Parmak çocuklar okula
17 Ağustos 2012 Cuma, 06:08:31
ÖNCEKİ akşam bir arkadaşım
uğradı.
Yanında kızıyla. Ellerinde torbalar.
"Ne o babayla alışveriş mi yaptınız, doymadın mı oyuncak almaya" dedim. Sinirlendi bana. "Onlar oyuncak değil" dedi.
"Ne peki. Giyecek ciciler mi aldın?" dedim bu sefer.
"Hayır onlar okul için" dedi sinirlenerek ve beni salak bularak.
Babasına döndüm, "Ne o yuvaya mı başlıyor?" dedim.
Babası güldü.
"Aslında öyle planlamıştık. Bu yıl yuvaya başlayacaktı ama yuva değil, ilkokul 1'e başlıyor" dedi.
Şaka yapıyor zannettim.
Arkadaşımın kızı parmak kadar. Akıllı, sevimli, cin gibi ama çok küçük. Yaşıtları kadar küçük. Anne babasının attığı adıma bile dikkat ediyor.
"Yok daha neler" dedim.
"Vallahi de billahi de. Üç gün geç doğsa gitmeyecekmiş ama üç günle ilkokul 1'e başlıyor" dedi.
İnanamadım.
Aslında inanmam lazım.
Çünkü her gün anne babalardan böyle yüzlerce mail geliyor, "Biz bu bebeleri nasıl okula göndereceğiz?" diye.
İşte bakın onlardan biri:
"Benim oğlum 5.5 yaşında ve tuvaletini yaptıktan sonra poposunu kendi kendine temizleyemiyor. Mutlaka ya annesi ya da benim yardımıma muhtaç.
Dahası oyunun heyecanıyla ya da arkadaşlarının yanına bir an önce katılmak için ellerini yıkamadan tuvaletten çıkabiliyor.
5.5 yaşındaki oğlum, 6-7 yaşında çocuklarla birlikte öğrenime başlayacak. Bu durumda diğer çocukların fiziki üstünlüklerinden dolayı hırpalanma ve pasif durumda kalma tehlikesiyle karşı karşıya. Ve o çocuklar yaşlarının büyük olduğundan dolayı dersler konusunda daha başarılı ve daha aktif olacaklar. Benim oğlum arada kaynayacak.
Devlet okullarında öğretmenler başarılı öğrencilerle devam edip başarısız öğrencileri ailelerine havale edip 'Çocuğunuzla ilgilenin, başarısını artırması lazım' gibi bir tavır alacaktır.
Ben kendi oğlumun geleceği konusunda herkesten daha çok düşünürüm. Bu çocuk benim. Hiç kimse benden ve annesinden daha geleceğini düşünemez. Ben de bir baba olarak kendi çocuğum üzerinde hak sahibi olmak istiyorum."
Çocukları bu yaşta okula başlatma fikrinin tutacağını hiç zannetmiyorum.
Hem çocuklar, hem ana babalar, hem de öğretmenler için çok zor bir dönem olacak.
Büyük ihtimalle sonra vazgeçilecek.
Yine çocuklar deneme tahtası olmuş olacaklar!
PKK'nın derdi kendisi
BUGÜN belki sıkıcı konulardan gidiyoruz ama gitmek zorundayız. Kusura bakmayın.
"Terör örgütünün bundan sonraki hedefi ne?" sorusu şu an için önemli.
Bunu bilmek için "müneccim" olmaya gerek yok. Dinlemek, okumak yeterli.
Birkaç gün önce PKK'nın lider kadrosundan iki isim, Duran Kalkan ve Mustafa Karasu, bir televizyonda konuşuyorlardı.
İlginçtir, PKK'nın kuruluşundan beri içinde ve lider kadrosunda yer alan bu iki ismin Kürtlükle bir alakası da yok.
Duran Kalkan Adanalı bir Türkmen, Mustafa Karasu ise Sivaslı bir Türk.
Bu ikili televizyon ekranlarında şunları söylüyorlardı:
"Barışçı çözüm kapısı artık kapanmıştır.
Bizden silah bırakmamız talep edilemez, masaya silahla otururuz.
Türkiye Cumhuriyeti bölgedeki iktidarı ya bizimle paylaşır ya da biz teröre devam ederiz.
Biz Türkiye'ye iktidarı paylaşmak konusunda bir iyilik yaptık ama değerini bilmediler.
Bölgenin güvenliği bundan sonra bizden sorulur. Kürt halkının güvenliğini Türkiye'ye emanet etmeyiz."
Her ikisinde de gördüğüm şu:
1970'lerin sol jargonunda kalmışlar.
Şu anda Kürt halkıyla, Türkiye'deki Kürtlerin ve Türklerin durumuyla en küçük bir ilgileri veya merakları yok. Asıl istedikleri kendi konumları.
Türkiye'de özerk bir Kürdistan oluşturmak ve bunu kendileri yönetmek, PKK'yı da buranın silahlı gücü yapmak.
Ve tabii bölgeyi bu silahlı vesayet altında yönetmek.
Çok ciddi biçimde hayal görüyorlar.
Gerçeklerden hayli uzaktalar.
Bölgedeki insanların dertleriyle, sorunlarıyla en ufak bir ilgileri yok. Kendi dertlerine düşmüşler.
Burada üzücü olan, her yıl yüzlerce gencin bu "dünyadan kopuk, hastalıklı fikirlere sahip ihtiyar teröristlerin" peşinde ölüme gidiyor olması.
Tutuklu Albay'dan mektup
TUTUKLU Albay Dursun Çiçek bir mektup yolladı.
Silivri Cezaevi'nden.
Kelimesine dokunmadan aktarmak istedim.
"Sayın Fatih Altaylı,
Yıllardır yazılarınızı okur, televizyonlardaki konuşmalarınızı izlerim. Hakkınızdaki tespitim şudur ki, ikna edici bir belge veya bilgiye sahipseniz, her zaman haklının, mağdurun ve doğrunun yanında duran ve doğruyu savunan bir gazetecisiniz.
Yoğun gündemin içinde Albay Dursun Çiçek Vakası olarak Türk yargı tarihine kara bir leke olarak geçen yargısız infaz ve iftiraları takip etmişsinizdir.
Üç kez tutuklandım. Nöbetçi hâkimliğin 5 dakika içinde aldığı tutuklama kararına itiraz ederek 18 saat sonra, 1 Temmuz'da, 13 Kasım 2009 tarihinde ise 48 saat sonra 3 hâkimden oluşan mahkeme heyeti kararı ile delil yetersizliği ve isnat edilen suçun unsurlarının olmadığı gibi esasa yönelik gerekçelerle tahliye oldum.
Ama iftira ve sahte delil üretim çetesi peşimi bırakmadı. 30 Nisan 2010 tarihinde yine aynı iddialarla üçüncü kez tutuklandım ve üç yıldır özgürlüğüm gasp edildi.
Üzerinde parmak izim ve dijital izim dahil hiçbir fiziki veya elektronik izim olmayan sahte bir 'İrticayla Mücadele Eylem Planı' adı verilen kâğıt parçasını yazmak ve altına imza atmakla suçlanıyorum.
Üzerinde tarih olmayan, üslup, form ve içerik olarak bir kurmay albayın yazması mümkün olmayan bu taklit imzalı planı yazanların parmak izleri bulundu.
Bulunan 14 adet parmak izinin kimlere ait olduğunu polis bulmak istemiyor.
Kullanabileceğim 75 bilgisayar ve 24 printer incelendi. Tamamı mahkemede. Hiçbir iz yok. Yüzlerce sanık ve tanıktan gören yok.
Bütün amirlerimi sanık yaptılar. Eski Genelkurmay Başkanı, terör örgütü kurmak ve yönetmekle 8 aydır tutuklu yargılanıyor.
Sayın Altaylı, işte bu süreçte bu sahtecilik çetesini ihbar edenler için, kamuoyu desteğiyle ailece 100.000 TL ödül koyduk.
Bu ödülü daha teşvik edici hale getirebilmek için kampanya açtık.
Siz de bu kampanyayı bir yazınızda 'dilenme' olarak nitelediniz.
Gücümüz olsa 1 milyon TL ödül vaat ederiz.
Sizin iftira ve karalama kampanyası ile mağdur edilen bir insanın, ailenin yanında olacağınıza inanıyorum."
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Çocuklar kobay olarak kullanılmadığı zaman.
Yanında kızıyla. Ellerinde torbalar.
"Ne o babayla alışveriş mi yaptınız, doymadın mı oyuncak almaya" dedim. Sinirlendi bana. "Onlar oyuncak değil" dedi.
"Ne peki. Giyecek ciciler mi aldın?" dedim bu sefer.
"Hayır onlar okul için" dedi sinirlenerek ve beni salak bularak.
Babasına döndüm, "Ne o yuvaya mı başlıyor?" dedim.
Babası güldü.
"Aslında öyle planlamıştık. Bu yıl yuvaya başlayacaktı ama yuva değil, ilkokul 1'e başlıyor" dedi.
Şaka yapıyor zannettim.
Arkadaşımın kızı parmak kadar. Akıllı, sevimli, cin gibi ama çok küçük. Yaşıtları kadar küçük. Anne babasının attığı adıma bile dikkat ediyor.
"Yok daha neler" dedim.
"Vallahi de billahi de. Üç gün geç doğsa gitmeyecekmiş ama üç günle ilkokul 1'e başlıyor" dedi.
İnanamadım.
Aslında inanmam lazım.
Çünkü her gün anne babalardan böyle yüzlerce mail geliyor, "Biz bu bebeleri nasıl okula göndereceğiz?" diye.
İşte bakın onlardan biri:
"Benim oğlum 5.5 yaşında ve tuvaletini yaptıktan sonra poposunu kendi kendine temizleyemiyor. Mutlaka ya annesi ya da benim yardımıma muhtaç.
Dahası oyunun heyecanıyla ya da arkadaşlarının yanına bir an önce katılmak için ellerini yıkamadan tuvaletten çıkabiliyor.
5.5 yaşındaki oğlum, 6-7 yaşında çocuklarla birlikte öğrenime başlayacak. Bu durumda diğer çocukların fiziki üstünlüklerinden dolayı hırpalanma ve pasif durumda kalma tehlikesiyle karşı karşıya. Ve o çocuklar yaşlarının büyük olduğundan dolayı dersler konusunda daha başarılı ve daha aktif olacaklar. Benim oğlum arada kaynayacak.
Devlet okullarında öğretmenler başarılı öğrencilerle devam edip başarısız öğrencileri ailelerine havale edip 'Çocuğunuzla ilgilenin, başarısını artırması lazım' gibi bir tavır alacaktır.
Ben kendi oğlumun geleceği konusunda herkesten daha çok düşünürüm. Bu çocuk benim. Hiç kimse benden ve annesinden daha geleceğini düşünemez. Ben de bir baba olarak kendi çocuğum üzerinde hak sahibi olmak istiyorum."
Çocukları bu yaşta okula başlatma fikrinin tutacağını hiç zannetmiyorum.
Hem çocuklar, hem ana babalar, hem de öğretmenler için çok zor bir dönem olacak.
Büyük ihtimalle sonra vazgeçilecek.
Yine çocuklar deneme tahtası olmuş olacaklar!
PKK'nın derdi kendisi
BUGÜN belki sıkıcı konulardan gidiyoruz ama gitmek zorundayız. Kusura bakmayın.
"Terör örgütünün bundan sonraki hedefi ne?" sorusu şu an için önemli.
Bunu bilmek için "müneccim" olmaya gerek yok. Dinlemek, okumak yeterli.
Birkaç gün önce PKK'nın lider kadrosundan iki isim, Duran Kalkan ve Mustafa Karasu, bir televizyonda konuşuyorlardı.
İlginçtir, PKK'nın kuruluşundan beri içinde ve lider kadrosunda yer alan bu iki ismin Kürtlükle bir alakası da yok.
Duran Kalkan Adanalı bir Türkmen, Mustafa Karasu ise Sivaslı bir Türk.
Bu ikili televizyon ekranlarında şunları söylüyorlardı:
"Barışçı çözüm kapısı artık kapanmıştır.
Bizden silah bırakmamız talep edilemez, masaya silahla otururuz.
Türkiye Cumhuriyeti bölgedeki iktidarı ya bizimle paylaşır ya da biz teröre devam ederiz.
Biz Türkiye'ye iktidarı paylaşmak konusunda bir iyilik yaptık ama değerini bilmediler.
Bölgenin güvenliği bundan sonra bizden sorulur. Kürt halkının güvenliğini Türkiye'ye emanet etmeyiz."
Her ikisinde de gördüğüm şu:
1970'lerin sol jargonunda kalmışlar.
Şu anda Kürt halkıyla, Türkiye'deki Kürtlerin ve Türklerin durumuyla en küçük bir ilgileri veya merakları yok. Asıl istedikleri kendi konumları.
Türkiye'de özerk bir Kürdistan oluşturmak ve bunu kendileri yönetmek, PKK'yı da buranın silahlı gücü yapmak.
Ve tabii bölgeyi bu silahlı vesayet altında yönetmek.
Çok ciddi biçimde hayal görüyorlar.
Gerçeklerden hayli uzaktalar.
Bölgedeki insanların dertleriyle, sorunlarıyla en ufak bir ilgileri yok. Kendi dertlerine düşmüşler.
Burada üzücü olan, her yıl yüzlerce gencin bu "dünyadan kopuk, hastalıklı fikirlere sahip ihtiyar teröristlerin" peşinde ölüme gidiyor olması.
Tutuklu Albay'dan mektup
TUTUKLU Albay Dursun Çiçek bir mektup yolladı.
Silivri Cezaevi'nden.
Kelimesine dokunmadan aktarmak istedim.
"Sayın Fatih Altaylı,
Yıllardır yazılarınızı okur, televizyonlardaki konuşmalarınızı izlerim. Hakkınızdaki tespitim şudur ki, ikna edici bir belge veya bilgiye sahipseniz, her zaman haklının, mağdurun ve doğrunun yanında duran ve doğruyu savunan bir gazetecisiniz.
Yoğun gündemin içinde Albay Dursun Çiçek Vakası olarak Türk yargı tarihine kara bir leke olarak geçen yargısız infaz ve iftiraları takip etmişsinizdir.
Üç kez tutuklandım. Nöbetçi hâkimliğin 5 dakika içinde aldığı tutuklama kararına itiraz ederek 18 saat sonra, 1 Temmuz'da, 13 Kasım 2009 tarihinde ise 48 saat sonra 3 hâkimden oluşan mahkeme heyeti kararı ile delil yetersizliği ve isnat edilen suçun unsurlarının olmadığı gibi esasa yönelik gerekçelerle tahliye oldum.
Ama iftira ve sahte delil üretim çetesi peşimi bırakmadı. 30 Nisan 2010 tarihinde yine aynı iddialarla üçüncü kez tutuklandım ve üç yıldır özgürlüğüm gasp edildi.
Üzerinde parmak izim ve dijital izim dahil hiçbir fiziki veya elektronik izim olmayan sahte bir 'İrticayla Mücadele Eylem Planı' adı verilen kâğıt parçasını yazmak ve altına imza atmakla suçlanıyorum.
Üzerinde tarih olmayan, üslup, form ve içerik olarak bir kurmay albayın yazması mümkün olmayan bu taklit imzalı planı yazanların parmak izleri bulundu.
Bulunan 14 adet parmak izinin kimlere ait olduğunu polis bulmak istemiyor.
Kullanabileceğim 75 bilgisayar ve 24 printer incelendi. Tamamı mahkemede. Hiçbir iz yok. Yüzlerce sanık ve tanıktan gören yok.
Bütün amirlerimi sanık yaptılar. Eski Genelkurmay Başkanı, terör örgütü kurmak ve yönetmekle 8 aydır tutuklu yargılanıyor.
Sayın Altaylı, işte bu süreçte bu sahtecilik çetesini ihbar edenler için, kamuoyu desteğiyle ailece 100.000 TL ödül koyduk.
Bu ödülü daha teşvik edici hale getirebilmek için kampanya açtık.
Siz de bu kampanyayı bir yazınızda 'dilenme' olarak nitelediniz.
Gücümüz olsa 1 milyon TL ödül vaat ederiz.
Sizin iftira ve karalama kampanyası ile mağdur edilen bir insanın, ailenin yanında olacağınıza inanıyorum."
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Çocuklar kobay olarak kullanılmadığı zaman.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder