Ama bir cep telefonunuz yahut dizüstü bilgisayarınız ve tabii bulunduğunuz yerde kablosuz internet varsa, dünyada olup bitenlerden haberdar olmamanız imkânsız. Suriye'de her gün biraz daha içinde çıkılmaz hâle gelen kaos, Arakan Müslümanlarının yaşadığı acılar, PKK'lılarla sarmaşdolaş siyasilerin pişkinlikleri, bölücü alçakların bayram günü Gaziantep'te dokuz cana mal olan bombalı saldırıları, Uludere'de göreve giderken araçları devrilen Mehmetçiklerin şehadeti... Hangi birine üzüleceğinizi bilemiyorsunuz. Elinizden bir şey gelmemesi, bir yaraya merhem olamamak ne kötü... İçimde bazen Necip Fâzıl'ın "Takvimdeki Deniz" şiirindeki gibi bir yelkenliye binip "gemiler geçmeyen bir umman"a hicret etme arzusu uyanıyor.
Dün gece rüyamda bir yelkenliye değil, ama doru bir ata binmiş, uçsuz bucaksız bir bozkırda meçhul bir istikamete doğru dörtnala gidiyordum. Atımın yeleleri deniz gibi dalgalanıyordu. Uyandığım âna kadar yaşadığım müthiş hürriyet duygusundan mı, yoksa bir centaure gibi atımla kendimi yekvücut hissettiğim için mi, nedendir bilmem, içimde benzerini hiç yaşamadığım bir huzur vardı. Aslında hayatımda ata hiç binmedim, fakat bu zarif mahlûklara karşı, belki de irsiyetimin sevkiyle tarifsiz bir muhabbetim var. Londra Olimpiyatları sırasında sadece atlı sporları kaçırmamaya çalıştım. Bana sorarsanız tabiattaki en güzel mahlûk attır; iyi bakılmış cins bir at kadar zarif bir hayvan düşünemiyorum; seyretmeye doyamıyorsunuz. Ne demek istediğimi, öyle sanıyorum ki, Dede Korkud Kitabı'nda, Bamsı Beyrek'in atını överken söylediği sevgi dolu sözler daha iyi anlatır:
Açık açık meydana benzer senin alıncığın
İki şebçerağa benzer senin gözceğizin
İbrişime benzer senin yeleciğin
İki koşa kardaşa benzer senin kulacağın
Eri muradına yetirir senin arkacığın
At demezem sana kardaş derim kardaşımdan yeğ
Başıma iş geldi yoldaş derim yoldaşımdan yeğ
Bu içten gelerek söylenmiş sözler, atalarımızın atlarla ilişkisinin mahiyetine dair önemli ipuçları taşıyor. Dünyanın çok büyük bir kısmına at sırtında hükmetmiş bir milletin çocuklarıyız. Uzak atalarımız, atlarıyla bütünleşmişlerdi; onların üzerinde meclis kurup tartışır, onların üzerinde yer, içer, uyurlardı. Mitolojideki Centaure, yani belden yukarısı insan, alt tarafı at olan tuhaf yaratık, belki de korkunun çarpıttığı muhayyilelerde, atlarıyla bütünleşmiş bu savaşçıların görüntüsünden başka bir şey değildi.
At, Asyalıdır. Asya'dan dünyaya yayılmış ve bütün insanlık için uzakları yakınlaştırmış, insanın en yakın yoldaşı, arkadaşı olmuş. Dede Korkud Kitabı'ndaki "karındaş" ve "yoldaş" sözleri insan-at ilişkisini çok doğru anlatır. Evliya Çelebi'nin attan "eşref-i mahlûkat" diye söz ettiğini ve "At benî Âdem'in karındaşıdır" dediğini de hatırlatmak isterim.
Bir at tutkunu olan Necip Fazıl, At'a Senfoni (1958) adlı sevimli kitabında "Hayvan dünyasının ufku, yani en ileri unsuru, yani insana en yakın olanı da attır; çünkü tıpkı insan gibi ruhî bir hayata maliktir ve rüya görür" diyor. Neler demiyor ki:
"At, hayvan zarfı içinde, hayvandan başka bir şeydir."
"At, ebediyet fatihi insanın göz ve estetik planında, bütün çizgileri, hareketleri ve kabiliyetleriyle en ihtişamlı kahramanlık sembolü..."
"At, insanın tamamlayıcısı..."
"Kalem gibi incecik dört ayak üzerinde, dünyanın en âhenkli gövdesi, en vezinli boynu ve en haşmetli kafası... Sonra bütün bunları birer imparator mantosu halinde bürüyen yağız, doru, al ve kır, pırıl pırıl kürkler... Şahane, şahane; sürmeli, tahrirli, akı görünen gözler... Zarafet tuğrası yele ve satvet arması kuyruk..."
Necip Fâzıl, gençliğinde, Ceyhan'daki memuriyeti sırasında yaşadığı derin bir buhrandan nefis bir arap atı sayesinde kurtulur. Kendisine kızını vermek isteyen bir çiftlik sahibinden ödünç aldığı doru, alnı akıtmalı, üç ayağı sekili, boylu boslu bir kısrak, adı Cemile... Her akşam iki saat binişten sonra "masajını yapıp tuvaletini tamamladığı, ot yatağını hazırladığı ve suyunu, yemini en titiz temizlik şartlarıyla verdiği Cemile" artık onun hasta bakıcısıdır. Cemile'ye bakan o değil, ona bakan Cemile'dir. Ceyhan'da başlayan bu at sevgisi Necip Fazıl'da zamanla bir tutkuya dönüşür ve At'a Senfoni doğar.
Modern edebiyatımızda aslında at yok gibi. Divan şairleri Rahşiye adı verilen kasidelerde atları tumturaklı sözlerle överlerdi. Bu kasidelerde atlardan, esb, tevsen, semend, rahş, şebdiz, sütûr, beydah, kümeysere, kuhayl, hisan, eblak, edhem, cevad, hedenk, kürenk, meşbûb, matıyye, kümeyt, leka', cerûr, cehîz, zâyil gibi yüze yakın isimle söz edildiğini söylersem, şaşırmayınız. Türkçede de at, iğdiş, tay, aygır, kısrak gibi birçok kelime vardır.
Halk edebiyatına gelince; atlı bir milletin çocuklarına yaraşır öyle güzel sözler ve şiirler söylenmiştir ki, toplansa harika bir antoloji olur. Köroğlu, bir şiirinde kır attan "kişi" diye söz ederek Bamsı Beyrek'e asırlar ötesinden selam göndermiştir.
Ha, rüyanızda at görürseniz, biliniz ki "at murattır". Benim muradım, bütün insanlık için mutlu, müreffeh bir gelecek ve iç barışını sağlamış, kavgasız, dövüşsüz, hiç kimsenin haksızlığa uğramadığı bir Türkiye... Çok mu? b.ayvazoglu@zaman.com.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder