Önce haftalık Alman gazetesi Die Zeit’a verdiği söyleşide
Türk burjuva sınıfı hakkında ne dediğine bir bakalım Nobel’li yazarın:
“Onların yaşamı benim de yaşamım. Aynı sınıftan, aynı sokaktanız. Alışkanlıklarımız aynı. Aynı dükkandan alış veriş yaparız. Onlarla ilgili sevgi dolu cümleler de yazdım, alay da ettim. Burjuvazi beni öfkelendirir. Havalı olmalarından hoşlanmam. Egoistlikleri ve kendi vatandaşlarından nefret etmelerinden hiç hazzetmem. Laik Türk üst sınıfını askeri müdahaleler de Kürtlere yapılan baskı da rahatsız etmez. Türk kadınlarının bir çoğuna, sadece başörtüsü taktıkları için tepeden bakarlar. Bu tutumları bana, eskiden Güney Afrika’da beyazların siyahlara bakışlarını anımsatır.”
Kimse kusuruma bakmasın ama Orhan Pamuk’a hak vermeden edemiyorum.
Daha önce birkaç kez yazdım, benim bir ‘İkinci kuşak laikler’-’Üçüncü kuşak laikler’ ayrımım var.
Ben, ikinci kuşak laiklerdenim. Büyüdüğüm evde anneannem beş vakit namaz kılan, Ramazanlarda 30 gün oruç tutan, fitresini zekatını aksatmayan biriydi.
Annem babam da inançlı insanlardı ama onları (Babamın bayram namazına gitmesi dışında) namaz kılarlarken hatırlamıyorum. Annem de babamda fitre ve zekatlarını aksatmazlardı ama.
Benim çocuğum üçüncü kuşak laik olacak. Hayatında dindarı da, dini görünürlüğün bir sembolü olarak başörtüsünü de BAŞKALARINDA görecek.
Kaçınılmaz biçimde, başörtülü insanlarla arasında ciddi bir KÜLTÜREL sınıf farkı olacak. Bu (en azından) kültürel açığı nasıl kapatacağımı düşünüp duruyorum ama şimdi konumuz bu değil.
Benim ‘Üçüncü kuşak laikler’ dediğim kesim açısından, din ve dindarlık, hele hele dinin görünür olması bir hayli uzak konular. Hatta korkulan, çekinilen şeyler bunlar.
Irkçı Apartheid benzetmesi ağır kaçabilir belki ama, bireyleri tek tek tanımadan, koca bir topluluk için (ki Türkiye’de 10 kadından 7’sinin başı kapalı) genel çıkarımlarda bulunmak, daha çarpıcı ifade edilemezdi.
Kendini halkın üstünde görmenin, kendi vatandaşlarını aşağılamanın türlü çeşitli örneklerini (göbeğini kaşıyan adamdan bidon kafalıya kadar) hepimiz biliyoruz.
Özellikle başörtülülerin, insanı küçük burjuva yapan mesleklere giriş bakımından bir hayli dezavantajlı olduklarını biliyoruz zaten. Bütün bunlara rağmen, diyelim doktor olmayı başarmış bir başörtülüyü gördüğünüzde hafiften de olsa bir tedirginlik, bir yabancılık duyuyorsanız, bence kendinizi bir sorgulamalısınız.
Çünkü o farazi doktorumuza sırf dış görünüşü sebebiyle bir yargı atfediyorsunuz. Bu yaptığınız, en hafif deyimiyle ayrımcılık.
“Onların yaşamı benim de yaşamım. Aynı sınıftan, aynı sokaktanız. Alışkanlıklarımız aynı. Aynı dükkandan alış veriş yaparız. Onlarla ilgili sevgi dolu cümleler de yazdım, alay da ettim. Burjuvazi beni öfkelendirir. Havalı olmalarından hoşlanmam. Egoistlikleri ve kendi vatandaşlarından nefret etmelerinden hiç hazzetmem. Laik Türk üst sınıfını askeri müdahaleler de Kürtlere yapılan baskı da rahatsız etmez. Türk kadınlarının bir çoğuna, sadece başörtüsü taktıkları için tepeden bakarlar. Bu tutumları bana, eskiden Güney Afrika’da beyazların siyahlara bakışlarını anımsatır.”
Kimse kusuruma bakmasın ama Orhan Pamuk’a hak vermeden edemiyorum.
Daha önce birkaç kez yazdım, benim bir ‘İkinci kuşak laikler’-’Üçüncü kuşak laikler’ ayrımım var.
Ben, ikinci kuşak laiklerdenim. Büyüdüğüm evde anneannem beş vakit namaz kılan, Ramazanlarda 30 gün oruç tutan, fitresini zekatını aksatmayan biriydi.
Annem babam da inançlı insanlardı ama onları (Babamın bayram namazına gitmesi dışında) namaz kılarlarken hatırlamıyorum. Annem de babamda fitre ve zekatlarını aksatmazlardı ama.
Benim çocuğum üçüncü kuşak laik olacak. Hayatında dindarı da, dini görünürlüğün bir sembolü olarak başörtüsünü de BAŞKALARINDA görecek.
Kaçınılmaz biçimde, başörtülü insanlarla arasında ciddi bir KÜLTÜREL sınıf farkı olacak. Bu (en azından) kültürel açığı nasıl kapatacağımı düşünüp duruyorum ama şimdi konumuz bu değil.
Benim ‘Üçüncü kuşak laikler’ dediğim kesim açısından, din ve dindarlık, hele hele dinin görünür olması bir hayli uzak konular. Hatta korkulan, çekinilen şeyler bunlar.
Irkçı Apartheid benzetmesi ağır kaçabilir belki ama, bireyleri tek tek tanımadan, koca bir topluluk için (ki Türkiye’de 10 kadından 7’sinin başı kapalı) genel çıkarımlarda bulunmak, daha çarpıcı ifade edilemezdi.
Kendini halkın üstünde görmenin, kendi vatandaşlarını aşağılamanın türlü çeşitli örneklerini (göbeğini kaşıyan adamdan bidon kafalıya kadar) hepimiz biliyoruz.
Özellikle başörtülülerin, insanı küçük burjuva yapan mesleklere giriş bakımından bir hayli dezavantajlı olduklarını biliyoruz zaten. Bütün bunlara rağmen, diyelim doktor olmayı başarmış bir başörtülüyü gördüğünüzde hafiften de olsa bir tedirginlik, bir yabancılık duyuyorsanız, bence kendinizi bir sorgulamalısınız.
Çünkü o farazi doktorumuza sırf dış görünüşü sebebiyle bir yargı atfediyorsunuz. Bu yaptığınız, en hafif deyimiyle ayrımcılık.
Aygün vakasına bak, Kürt sorununu çözmenin zorluğunu anla
BİLMEYEN yok, CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün hafta
içinde PKK tarafından kaçırıldı, kendisine siyasi propaganda yapıldı ve sonra
da serbest bırakıldı.
Kavgamız daha Aygün’ün kaçırıldığının belli olmasıyla başladı. Bir insanın ve bir milletvekilinin PKK tarafından kaçırılmış olması gerçeğini bile kavga konusuna çevirdik.
Ardından Aygün’ün dönüşte yaptığı açıklamalar üzerinden kavga ettik.
Siyaset o kadar gözümüzü bürümüş durumda ki, arada insanlıktan çıktığımızın farkına bile varamadık.
Kendimizce siyaseten ‘yüce’ gördüğümüz değerlerin veya fikirlerin insan olmaktan bile önemli olduğunu sanıyoruz.
İnsan olmaktan, insani duygular beslemekten bu kadar uzak duruyor olmamız, Kürt meselesine bir çözüm bulmamızı da güçleştiriyor.
Çünkü, onbinlerce insanın canına mal olmuş, milyonlarca insanı ilgilendiren bu sorunu biz sadece ve sadece siyaset penceresinden görüyoruz; o pencereden bakınca da aramızdaki ayrılıklar derinleşiyor.
Aygün’ün barış dili kullanmış olmasının bile yadırgandığı bir ülkede, insani konular arka planda kalmaya mahkum korkarım.
Kavgamız daha Aygün’ün kaçırıldığının belli olmasıyla başladı. Bir insanın ve bir milletvekilinin PKK tarafından kaçırılmış olması gerçeğini bile kavga konusuna çevirdik.
Ardından Aygün’ün dönüşte yaptığı açıklamalar üzerinden kavga ettik.
Siyaset o kadar gözümüzü bürümüş durumda ki, arada insanlıktan çıktığımızın farkına bile varamadık.
Kendimizce siyaseten ‘yüce’ gördüğümüz değerlerin veya fikirlerin insan olmaktan bile önemli olduğunu sanıyoruz.
İnsan olmaktan, insani duygular beslemekten bu kadar uzak duruyor olmamız, Kürt meselesine bir çözüm bulmamızı da güçleştiriyor.
Çünkü, onbinlerce insanın canına mal olmuş, milyonlarca insanı ilgilendiren bu sorunu biz sadece ve sadece siyaset penceresinden görüyoruz; o pencereden bakınca da aramızdaki ayrılıklar derinleşiyor.
Aygün’ün barış dili kullanmış olmasının bile yadırgandığı bir ülkede, insani konular arka planda kalmaya mahkum korkarım.
Futbol hasreti bitti, ama sevinemiyor insan
EVET, Süper Ligde 2012-13 sezonu dün akşam oynanan
Eskişehirspor-Akhisar maçıyla başladı.
Futbola hasret kaldığımız doğru ama ben açıkçası fazla sevinemiyorum. Sebebi de belli: Türkiye’de futbolu bir oyun, bir spor ve sportmenlik konusu olmaktan çıkaran şiddet atmosferi beni korkutuyor.
Geçen pazar Erzurum’da oynanan Fenerbahçe-Galatasaray Süper Kupa maçında da gördük şiddettin etkilerini.
Daha lig bile başlamamışken bir futbolcuyu sahada hakeme tekme tokat saldıracak kadar gergin yapan bir atmosfer bana ümit vermiyor.
Yüzlerce meşalenin bir stada girebilmiş olması ve ateşlenmesi bana ümit vermiyor.
Ama her şeye rağmen futbol da futbol.
Umarım güzel bir lig olur. Umarım sporun, sportmenliğin ve oyun duygusunun kazandığı, fanatizmin bir kenarda kaldığı bir sezon olur.
Futbola hasret kaldığımız doğru ama ben açıkçası fazla sevinemiyorum. Sebebi de belli: Türkiye’de futbolu bir oyun, bir spor ve sportmenlik konusu olmaktan çıkaran şiddet atmosferi beni korkutuyor.
Geçen pazar Erzurum’da oynanan Fenerbahçe-Galatasaray Süper Kupa maçında da gördük şiddettin etkilerini.
Daha lig bile başlamamışken bir futbolcuyu sahada hakeme tekme tokat saldıracak kadar gergin yapan bir atmosfer bana ümit vermiyor.
Yüzlerce meşalenin bir stada girebilmiş olması ve ateşlenmesi bana ümit vermiyor.
Ama her şeye rağmen futbol da futbol.
Umarım güzel bir lig olur. Umarım sporun, sportmenliğin ve oyun duygusunun kazandığı, fanatizmin bir kenarda kaldığı bir sezon olur.
Hürriyet-İsmet Berkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder