25 Ağustos 2012 Cumartesi

Selim İleri-Gerçek Bir Aktör


Gerçek bir aktör
Hamlet çok ünlü bir oyun ünlü olmasına, ne var ki seyircinin epey ürktüğü bir eser. Birçok seyircinin sıkıcı bulacağı bu eserde Müşfik Kenter göz kamaştırıcı bir 'Shakespeare oyuncu'suydu. Bunca yıl geçti, tiyatroda sinemada başka Hamlet'ler seyrettim, benim için en derinlikli Hamlet hep Müşfik Kenter kaldı.
Lütfi Akad, Işıkla Karanlık Arasında adını verdiği anılarında Dişi Kurt filminin çekim öyküsünü anlatır. Yıl 1960.
Yapımcı Naci Duru, Akad'ı çağırarak, eline "kalınca bir dosya" tutuşturuyor. Ali Kaptanoğlu'yla Bülent Oran'ın yazdıkları bir senaryo, Dişi Kurt. Naci Duru, "Evine git oku. Acele et, mevsim geçiyor" demeyi de ihmal etmiyor.
Akad biraz şaşırıyor, çünkü bir yıl önce yine Ali Kaptanoğlu imzalı film öyküsü Yalnızlar Rıhtımı'nı yönetmiş; senaryoda önemli değişiklikler yapmış, Ali Kaptanoğlu'yla bu yüzden tartışmış, hatta kavgalar çıkmış. Ali Kaptanoğlu, bilen bilir, Attilâ İlhan'ın takma adı. Attilâ İlhan'ın sinemada var olmak istediği dönemler. Akad şöyle diyor:
"Attilâ İlhan'ın Yalnızlar Rıhtımı denemesinden sonra sinemadan uzaklaştığını sanıyordum, oysa erte gün Naci Duru'yla konuşurken daha birçok yapımcıya senaryo verdiğini, kimi senaryo çalışmalarına katıldığını öğreniyorum."


Lütfi Bey, Dişi Kurt'un ne hikâyesini ne senaryosunu beğeniyor, ama para sıkıntısı içinde. Yapımcıysa hikâyenin iş garantisine güveniyor. Kadroda kimler yok ki, Sezer Sezin, Sadri Alışık, Erol Taş, Necdet Tosun... Tiyatrodan da iki isim: Ulvi Uraz'la Müşfik Kenter. Akad Ulvi Uraz'ı onaylıyor ama, Müşfik Kenter'i canlandıracağı rol için "uygun" bulmuyor.
"Naci Duru ısrar ediyor, çünkü o sıralar Yıldız ve Müşfik Kenter tiyatroda Salıncakta İki Kişi oyunlarıyla İstanbulluları hayran bırakıyorlar."
İşte o günlerden başlamak istiyorum. İstanbul'un tiyatro sanatına gönülden bağlı olduğu, kent ve kentlilik kültürünün saltanat sürdüğü günler. Ankara Devlet Tiyatrosu'ndan ayrılan Yıldız Kenter, Müşfik Kenter İstanbul'a gelmişler, Tünel'deki Karaca Tiyatrosu'nda Kent Oyuncuları adıyla sahneye çıkmaya başlamışlar. Büyük bir tiyatro olayı bu.
Bir güz akşamıydı, belki de ilkyaz, annemle birlikte Karaca'ya gitmiştik. Ablam oyunu seyretmiş, onu alıp eve döneceğiz. Ablam Salıncakta İki Kişi'yi çok beğenmiş, anlata anlata bitiremiyor, hele oyuncular, abla kardeş Kenter'ler! Müthiş kıskandığımı hatırlıyorum...
Salıncakta İki Kişi'yi Kenter'lerden seyredemedim. Ne var ki, üç dört mevsim sonra, yaz günlerinin "iki film birden" sinemalarında Dişi Kurt'u seyretmiştim. Akad "orta halli iş yapan sıradan bir film" demiş ama, bence garip bir cazibesi vardı. Sezer Sezin, Haydar Reis'in 'tuttuğunu koparan' kızı rolünde, hâlâ gözümün önündedir.
Müşfik Kenter'e gelince, yine Akad'dan dinleyelim: "Tiyatrodan gelen iki yeni oyuncumdan önemli bir sorunum olmuyor. Ulvi Uraz'ın başlangıçta abartılı olan oyununu en aza indirmek zor olmuyor, Müşfik Kenter'in tutukluk ve edilginliğini kırmak daha güç oluyor, filmdeki kişiliğin kendisine uygun olmadığını o da biliyor ama el birliğiyle durumu kurtarmaya çalışıyoruz."
Yönetmenin beklentisiyle seyircinin algısı ne zaman uyumlu olabilmiş ki?!.
Salıncakta İki Kişi'den hemen sonra, yine Karaca Tiyatrosu'ndayız. Bu kez seyirciler arasındayım. Bir pazar günü. Ailecek Çöl Faresi'ni seyretmeye gitmişiz. Hem Yıldız Kenter'i hem Müşfik Kenter'i ilk seyredişim. Yıldız Hanım'ın oyunculuğu alabildiğine dinamik; bir sahnesi var, eline üç beş kuruş geçince, eve yiyecek içecek bir şeyler alacak, telefon başında, 'tampereman'ı arttıkça artıyor, bir alkış kopuyor. Müşfik Bey daha durgun sanki. Ayşegül Yüksel'in Cumhuriyet'teki (18 Ağustos 2012) yazısında belirttiği gibi, "henüz yirmilerinde"ymiş Müşfik Kenter; oysa "saçları aklaşmış 'olgun yakışıklı'yı" canlandırıyor...
Gülriz Sururi, tiyatroda oyunculuğun buza yazılmış yazı olduğuna inanır. Her oynayışta yeniden ve yepyeni bir çaba; ama bir defalık. Oradaysanız, seyrettiniz; sonra her şey yeniden başlayacak... Bununla birlikte seyircinin bir yaşam boyu unutmadığı, unutamadığı oyunlar, oynayışlar da var. Buza yazılmış yazı seyircide inanılmaz bir iz bırakıyor.
Sözgelimi, Müşfik Kenter'in yorumuyla Hamlet!
Kent Oyuncuları çok geçmeyecek Karaca'dan ayrılıp Harbiye'deki kendi sahnelerine geçecekler. İlk oyunları ünlü Hamlet. Hamlet çok ünlü bir oyun ünlü olmasına, ne var ki seyircinin epey ürktüğü bir eser. Birçok seyircinin sıkıcı bulacağı bu eserde Müşfik Kenter göz kamaştırıcı bir 'Shakespeare oyuncu'suydu. Bunca yıl geçti, tiyatroda sinemada başka Hamlet'ler seyrettim, benim için en derinlikli Hamlet hep Müşfik Kenter kaldı.
Melih Cevdet Anday'ın bence tiyatro için yazdığı en güzel eser olan Mikadonun Çöpleri belleğimde dipdiri. Lisede öğrenciydim, handiyse yarım yüzyıl geçmiş. 1967/68 mevsiminin en güzel oyunu seçilmiş Mikadonun Çöpleri'nde Yıldız Kenter'le Müşfik Bey akıllara durgunluk verici güzellikte bir oyunculuk örneği vermişlerdi.
Sonra aynı usta aktörü, Müşfik Kenter'i, Turan Oflazoğlu'nun Deli İbrahim'inde izleyecektim. Beylik Osmanlı tarihlerinin 'deli' yaftasını yapıştırdığı Sultan İbrahim'e Oflazoğlu bu oyuncuyla bambaşka bir yorum getirir, 'insan' İbrahim'in çıldırıya varan çaresizliğini anlatır. Elbette Müşfik Kenter'in yorumuyla bu çaresizlik büsbütün yansıyordu...
Kendimi artık yazardan saydığım, az buçuk tanıdığım yıllarda Kent Oyuncuları Çehov'un öykülerinden uyarlanmış İnsan Denen Garip Hayvan'ı sergilediler. İki bölümdü İnsan Denen Garip Hayvan; ikinci bölüm doğrudan doğruya "Küçük Köpekli Kadın", Çehov'un o eşsiz son öykülerinden.
"Küçük Köpekli Kadın"da Müşfik Kenter ve Meral Taygun. Hem tiyatromuzdan hem Türkiye'den -bir bakıma siyasî sürgün olarak- ayrılmak zorunda kalmış Meral Taygun büyük bir aktristti. Düşünün, bir bölüm boyunca yalnızca ikisi! İnanılmaz diyeceğim yine, inanılmaz, göz kamaştırıcı bir tiyatro şöleniydi.
O kadar ki, o yaz, galiba Her Gece Bodrum'un düzeltileri için Ankara'daydım, on beş gün kadar. Kent Oyuncuları da Ankara'daydılar, turnede. Her akşam tiyatroya koşuyor, "Küçük Köpekli Kadın"ı coşumlar içinde, soluk soluğa izliyorum. "Küçük Köpekli Kadın" Meral'in ve Müşfik Bey'in oyunlarıyla bende Çehov'un en güzel öyküsü olup çıkıyor artık...
Müşfik Kenter iyi ki sinema oyunculuğundan uzak durmadı. Dişi Kurt, Sessiz Harp, Dişi Örümcek sıradan, gelgeç filmler olabilir ama, 1965 tarihli Sevmek Zamanı etkisini, anlamını yarın da koruyacak bir filmdir. Sevmek Zamanı, Müşfik Bey'den bir hafta önce yitirdiğimiz usta Metin Erksan'ın başyapıtları arasındadır. Issız Büyükada, yağmurlar, bomboş Büyükada köşkü görüntüleriyle âdeta şiirselleşmiş Sevmek Zamanı'nda Müşfik Kenter bir karasevdalıyı canlandırır. Bir fotoğrafa duyulan bu karasevda git git imkânsız aşka evrilecek, bir yas olup çıkacaktır.
Sonra, 1980'lerin başında Müşfik Bey benim yazdığım senaryoda, Seni Kalbime Gömdüm'de de rol aldı. Tekstil dünyasında bir işadamını canlandırıyordu. Ölçülü, mesafeli, özenli oyunuyla filme 'gerçeklik' kazandıranlar arasındaydı.
Müşfik Bey'le ne zaman, nasıl tanıştığımızı hatırlamıyorum. Zaten sınırlı bir tanışıklık, bölük pörçük, araya hep yıllar giriyor. Bir televizyon çekimi için gittiğimiz gün; en uzun görüşmemiz belki o gün, o akşamüzeridir. Dikkat etmiştim: Kendini hiç mi hiç önemseyen bir insan, alabildiğine iddiasız, şaşırtacak kertede alçakgönüllü, belki çekingen...
Gerçek bir aktör.
Gerçekten büyük bir aktör.

Zaman-Selim İleri

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder