23 Ağustos 2012 Perşembe

Celal Şengör- Taha Akyol'a Bir Tavsiye


Taha Akyol’a Bir Tavsiye – Celal Şengör

Tecrübeli gazeteci ve televizyon programcısı Taha Akyol Bey CNN ekranlarından yayımlanan «Eğrisi-Doğrusu» programında günün öne çıkan konularının uzmanlarını davet ederek halkı aydınlatmak çabası içerisinde olmakla her zaman takdirimi kazanmıştır. Ben de, sanırım en az iki kere, deprem ve iklim değişmeleri konusunda bildiklerimi kendisi ve seyircileriyle paylaşmaya çalışmıştım.
Bizans’ın bilginlerinin aziz hâtıralarına;
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/1/16/Ptolemy_16century.jpg/250px-Ptolemy_16century.jpg17 Şubat 2012 tarihli programda herhalde «Fetih 1453» filminin verdiği heyecanla olsa gerek, iki Osmanlı tarihçisini davet ederek çeşitli yönleriyle Fatih’i tartışmıştı. Bu tartışmayı ilgiyle dinledim. Katıldığım, katılmadığım yönleri vardı-ki bunlardan iki tanesini: Fatih’e tıp ve kültür tarihçimiz Süheyl Ünver tarafından atfedilen bir defter hakkındaki görüşlerimi ve Fatih’in Yunanca yazılmış bazı önemli eserleri ancak tercüme ettirdikten sonra okuyabildiğinden hareketle, daha önce başka tarihçiler tarafından da dile getirilen, kendisinin Yunanca bilmediği konusundaki düşüncemi Taha Bey’in iki konuğundan biri olan sevgili dostum Erhan Afyoncu ile gece yarısına az bir zaman kala telefonda tartıştık. Erhan’dan her konuşmamızda pek çok şey öğrenmişimdir: Bu sefer de öyle oldu. «Fatih’in Yunanca bilip bilmediğini kimse söyleyemez» dedi, zira ortada öyle veya böyle bir belge yoktu. Erhan, Fatih’in en azından gündelik konuşmaları yapabilecek kadar «Rumca» bildiği istikametindeki düşünceme katıldı. Ama Yunanca bilimsel eserleri okuyabilecek derecede Yunanca bilmediğine eminim; aksi takdirde kendisi için Bizanslı Amirutzes ve oğluna mesela Ptolemaios‘un «Geographike Hüfegesis»ini1 (Coğrafya El Kitabı) tercüme ettirtmezdi.


Ancak Taha Bey’in programında çok yadırgadığım bir şey bizzat kendisinin kesin bir ifade ile Bizans’ın Rönesans’a katkısının olmadığını, Rönesans’ın aslında çok önceden başladığını söylemesi oldu. Bu ifadenin ilk yarısı düpedüz yanlış, ikinci yarısı ise yanıltıcıdır. Taha Bey’in bu konudaki bilgisizliğinin nedeni de, gene Erhan’ın programda çok yerinde bir şekilde üstüne basa basa söylediği «Batılı kaynakları tanımıyoruz» gerçeğidir. Taha Bey’in ülkemizde Bizans bilimi ile ilgili olarak okuyabileceği tek bir güvenilir kaynak yoktur. Yıllar önce Sevim Tekeli, «Modern Bilimin Doğuşunda Bizans’ın Etkisi?» (1975) diye, malzemesini tamamen hocası Aydın Sayılı‘nın hocası olan George Sarton‘un beş ciltlik meşhur «Bilim Tarihine Giriş» (Introduction to the History of Science) adlı kataloğundan derlediği ve ne yazık ki gerektiği gibi değerlendiremediği bazı kaynaklardan ibaret olan ve yorumu insanı hayrette bırakacak bir bilim tarihi bilgisizliği gösteren bir kitap yazmıştı.
Halbuki bu konuda 19. yüzyıldan beri Almanca, Fransızca, İtalyanca, İngilizce, Rusça, Sırpça ve Yunanca, o kadar çok modern kaynak vardır ki, bunların sadece birkaçından bile haberdar olmak, Tekeli’nin iddiasının ve dolayısıyla Taha Bey’in söylediğinin tamamen yanlış olduğunu ispat eder. En basitinden Oxford’un büyük Grekisti Nigel Wilson‘ın meşhur «Bizans’ın Âlimleri»nin (Scholars of Byzantium 1996) okunması bile, bizlere Bizans olmadan Rönesans’ın hayal bile edilemeyeceğini gösterir, çünkü Bizans hem Müslüman dünyası hem de Avrupa için bir bilgi deposu görevi görmüştür. Bizanssız bir Dioskorides, yani Arapların ve Rönesans’ın botaniği ve farmakolojisi düşünülebilir mi? Strabon‘un ortaçağda İtalya’da bilinmediğini biliyoruz. Eldeki tüm Strabon metinleri (bir tek 20. yüzyılda keşfedilen bir Strabon palimpsesti dışında) İstanbul’da yazılmış tek bir kodekse bağlanır. İtalya’dan belgelenebilen en eski Strabon metinleri R. Sabbaddini‘nin 1896’daki kitabına göre 1423’te Francesco Filelfo’ya ve 1424’te de Giovanni Aurispa’ya ait olan metinlerdir. Bu bilgi bugün de aynen geçerlidir. Eğer Jacopo Angelo da Scarperia Konstantinopolis Üniversitesi’nin meşhur gramer profesörü Emanuel Chyrsoloras’ı 1396’da Floransa’ya göçe ikna etmemiş olsaydı, Ptolemaios Avrupa’da bilinebilir ve Kristof Kolomb’u etkileyerek büyük coğrafî keşifleri tetkikleyebilir miydi? Ya Georgios Gemistos Plethon Strabon’un coğrafyasındaki ekümeni sınırlarını düzeltemiş olsaydı ve bunu İstanbullu Kardinal Bessarion’un sahip olduğu bir elyazmasından bildiğimiz gibi yayımlamamış; üstelik bir de 1438/39’da Floransa’da toplanan ökümenik konsile katılarak Kolomb’u doğrudan etkileyen Toscanelli’ye, Kues’li Nikolas’a ve daha önce İstanbul’da Chrysoloras’ın öğrencisi olmuş olan Verona’lı Guarino’ya anlatmamış olsaydı? Guarino’nun ilk Strabon çevirmeni olması tesadüf müdür sanırsınız?
Bir köşe yazısında, Bizans’ın, modern Avrupa’nın 12. ve 15. yüzyıllar arasındaki doğuşuna son nefesine kadar yaptığı hayati katkı anlatılamaz. Taha Bey ve benzeri Bizans küçümseyicilerinden istirhamım, aman ne dediğinize dikkat edin: Nesillerdir kör bir cehaletle kahpe ve köhne sandığımız Bizans’ın bilginleri sizi çok, ama çok mahcup edebilir. Bizans’ı hürmet ve şükranla anın. İslamın da, Avrupa’nın da (dolayısıyla tüm dünyanın günümüzdeki) biliminin kökünde Bizans ve İstanbul vardır. Kütüphanesini Bizans’ın mirası ile dolduran büyük Fatih bunu hepimizden iyi biliyordu. Ama bu gerçeği bile Alman Adolf Deismann‘dan Atatürk sayesinde 1929’da öğrenmemiz gerekmemiş miydi?

http://mimosa.pntic.mec.es/jgomez53/matema/conocer/alkhwarizmibn.jpg
Osmanlı, hiçbir zaman Halife Ma’mun zamanında (9. yüzyıl) Müslüman coğrafyacıların Ptolemaios’a yaptıkları ve bugün Al-Hwarizmi ve Suhrab’dan bildiğimiz düzeltmeleri öğrenememiştir. 

Yazan: Celal Şengör

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder