19 Ağustos 2012 Pazar

Murat Bardakçı-Deyyusluk fetva ile olur mu?

Deyyusluk fetva ile olur mu?



Deyyusluk fetva ile olur mu?Yozgat müftü yardımcısının “deyyusluk fetvası” vermesi üzerine, bizde “deyyusluğun ne olduğu” hakkında bundan dört asır önce kaleme alınmış bazı edebî metinleri hatırlatarak fetva tartışmalarına ve fetvaya karşı gösterilen tepkilere az da olsa katkıda bulunmak istedim. İşte, 17. yüzyıl İstanbul’unda “deyyusluğun” şartları...
Dün, Habertürk’ünmanşetinde okumuşsunuzdur: YozgatMüftü Yardımcısı Nasuf Yaylagül bir “deyyusluk fetvası” vermiş, “Düğünde oynayan karısına ve kızına lâf etmeyen, sokakta kızlarla konuşan, deyyustur” buyurmuş; sonra da fetvayımerkezî sistemden yayınlayıvermiş! Müftü yardımcısının gayretini görünce, bundan dört asır kadar önce kaleme alınan, yani kimlere “deyyus” dendiğini anlatan bazı edebî eserleri hatırlatayım; fetvaya ve ardından gelen tepkilere katkıda bulunayım dedim... Önce, Yaylagül’ün verdiği fetvanın temelini oluşturan “deyyus” kelimesinin ne olduğunu ve nereden geldiğini yazayım: 

EL-DEYYUS, EL-KAVVÂD, EL-AZVER 
Aslında nemânâya geldiğini gayet iyi bildiğimiz “deyyus Arapça’dır; Farsçası ise mâlûm, “pezevenk”tir ve her iki kelimenin eski Türkçe’deki karşılığı da “kurumsak”tır... Arapça’nın en büyük sözlüklerinden olan “Kamus-ı Okyanus”, “deyyus” sözüne ilk cildinin 350. sayfasında yer verir; “Gayretsiz ve namussuz kaltaban kurumsağa denir” diye yazar, kelimenin “tedeyyes” kökünden geldiğini anlatır ve “Tedeyyes, pezevenklik eylemekmânâsınadır” der... Arapça’da “el-deyyus” anlamına gelen “el-azver” diye bir kelime daha vardır ve deyyusluk kavramı,modern Arapça’da “kavvâd”, yani bizimtelâffuzumuza göremâlûm“kavat” sözü ile ifade edilir...

KAPI TOKMAĞI GİBİ ADAM 
“Pezevenk” ise, eski Farsça’daki “pejvend”den gelir... “Pejvend”, klasik Farsça’nın sözlüğü “Burhân-ı Ka’tı”nın 155. sayfasında “Kapı sürgüsüne ve çırpıcı tokmağına denir, o tokmağa ‘tukaç’ da derler. Zevcesi olacak kadın yabancıyla içeriye kapanıp zevk ve safa ilemeşgul olurken kapı tokmağı gibi kapı arkasında bekleyen adama da böyle derler... ‘Pezevenk’, ‘kurumsak’, ‘deyyus’ ve ‘gidi’, ‘pejvend’ ile aynımânâya gelir” diye geçer...

“SENİ GİDİ SENİİİ!”
“Gidi” kelimesini belki yadırgamış olabilirsiniz ama aslında onu da yakînen bilirsiniz. Hani hem hiddetlendiğimizde hemde canımızmuhabbet göstermek istediğinde “Seni gidi seniiiii!” deriz ya, “gidi” işte budur! Yani,muhabbet aşkına aslında “Seni deyyus seniiii!” demekteyizdir... İranlılar ise, vakti zamanında kendilerinden alıp Türk telâffuzuna uyarladığımız “pejvend” kelimesini bugün artık bilmezler, onun yerine “câkeş”, “keskeş”, “gerâçe”, “gerzen”, “kavvâd”, “kaltaban”, “zenbemozd” gibi çeşit çeşit deyimler kullanırlar. Her ikimeslek, yani deyyusluk ve pezevenklik faaliyeti bizde bütün yasaklamalara rağmen eski asırlardan buyana hep vârolmuş, hattâ 17. yüzyılın ilk yarısının İstanbul’unda faaliyet gösteren deyyuslar ve pezevenkler, kendilerine Evliya Çelebi’nin meşhur “Seyahatnâme”sinde bile yer bulmuşlardır. 

212 DEYYUS 300 PEZEVENK VARMIŞ 
Evliya, bu işi yapanları “deyyuslar”, “pezevenkler” ve “gidiler” diye üçe ayırır; Seyahatnâme’nin ilk cildinde İstanbul’daki deyyusların sayısının 212, pezevenklerin 300, “gidi”lerin de 500 civarında olduğunu yazar! Sonra, aynımesleğiMısır’da yapanların özelliklerini anlatır. Ben, şimdiye kadardeyyusluğu konu olarak ele alan ve özelliklerini ayrıntıları ile anlatan tek bir eser gördüm: 

17. asırdan kalan, hâlen İstanbul’da Nuruosmaniye Kütüphanesi’nde bulunan, üzerinde kitabın ve yazarının adı olmayan ve Prof. Dr. Hayati Develi tarafından öncemakale, ardından da kitap şeklinde yayınlanan bir eser... Metnin girişindeki bazı ifadelerden hareketle sözkonusu kitabın isminin “Risâle-i Garîbe” olabileceğini yazan Prof. Develi,metnin ilk yayınını İstanbul Belediyesi’nin çıkarttığı “İstanbul Araştırmaları Dergisi”nin 1997’de çıkan ilk sayısında yaptı ve Risâle-i Garîbe’yi 2001’de kitap haline getirdi. Bende yazmanın 1997’de geniş birmakale olarak çıkan ilk yayını var ve deyyuslukla ilgili olarak bu sayfadaki sütunda yeralan bölümü de sözkonusu yayından naklettim.
Evliya Çelebi, Mısır’ın deyyuslarını adreslerini de vererek anlatıyor
EVLİYA Çelebi, “Seyahatnâme”sinin Mısır’dan bahsettiği onuncu cildinde, Kahire’nin Bâbullûk semtinde faaliyet gösteren deyyuslara ve bu deyyusların pazarladığı fahişelere de yer verir. Aşağıda, Evliya Çelebi’nin bu konuda yazdıklarının bir kısmı, günümüzün Türkçesi’ne nakledilmiş şekilde yeralıyor: 

“Bâbullûk semtinin deyyus esnâfı: Bunlar mel’un ve dinsiz bir tâifedir. Fuhuş pazarında ev ev dolaşıp at ve katır satar gibi kadın pazarlayıp kâr ederler. 

Aracılık eden kadınlar: Bunlar, kocakarılardır. Fuhuş yapmak için gelen adamlara ücreti karşılığında mükemmel fahişeler bulurlar. Kocakarıların tamamı, üç yüz kadar bunak mel’ûnedir. 

Bâbullûk semtinin fahişeleri: Tamamı isyan yoluna girmiş sekiz yüz kadındır. Bâbullûk kapısındaki kalenin dibinde kulübeleri vardır. 

Evlerde faaliyet gösteren fahişeler: Bunlar ırz ehlini evlerinde baştan çıkartan mel’unlardır. Yaşadıkları yerlerde pek farkedilmezler ve hepsinin birer vâsıtası vardır. Cümlesi iki bin yüz fâhişedir. Subaşının (o zamanın kolluk kuvvetlerinin) defterinde kayıtlıdırlar ama aralarında askerlerin koruması altında olanları da bulunduğu için sayıları tam olarak belli değildir. Mısır’da Canbolatzâde Hüseyin Paşa zamanında böyle çok fena işler olmuş, Paşa kapıcıbaşılarından birine ferman verip ‘Hemen gidip şu fısk yerlerini ortadan kaldırın!’ buyurmuştu. Kapıçıbaşı binlerce berberîyi ve fellâhı toplayıp Bâbullûk’u, bozahâneleri ve meyhâneleri ortadan kaldırmış, ne kadar fahişe varda hepsini sürmüş ve Mısır’ı temizlemişti. Mısır’ı bilen gerçi zaten bilir ama, zamanımızın gafillerine Mısır’ın birçok köşesinde bugün de pusular kurulan böyle tehlikeli yerlerin hâlâ mevcut olduğunu ben gene de hatırlatayım!”
Semtlerine ve alışkanlıklarına göre İstanbul deyyusları
RİSÂLE-İ Garîbe, “deyyus” ve “pezevenk” sıfatlarının öyle herkes hakkında değil, bu sıfatlarla bahsedilmeye lâyık işleri yapanlar, yani hakedenler için kullanıldığını yazıyor. İşte, Risâle-i Garîbe’de geçen ve kimlere “deyyus” yahut “pezevenk” deneceğini gösteren uzun listenin bir bölümü: 
“Ona-buna kadın ve oğlan satıp evini kerhane ve vasıta yapanlar...
Samatya’da meyhanecilerle ortak olan kadın satıcıları...

Karısını komşu adamdan ve hacı babadan saklamayan geniş mezhepliler... 

Avradının ve cariyesinin sesini komşuya ve sokağa işittirenler... 

Cuma günleri karılarını sokağa koyuverenler... 

“Karım hastadır” diye ne kadar Frenk doktor varsa gönderip kadının kolunu sıktıranlar... 

Yaz günleri Kâğıthane’ye karısıyla ve cariyesiyle bez çırpmaya gidenler... 

Bayram günü kızlarını seyre çıkartanlar...

Her gün esir pazarına gidip dilber seyreden ve esirleri müşteri gibi muayene edip elini koyunlarına sokanlar...

Şenlik günleri avratlarını seyre gitmeleri için koyuverenler... 

Hammalı ve sakayı eve alanlar...
Karısı için sokağa kafesli pencere yaptıranlar...

Karısına “Kadın!”, oğluna “Çelebi!” diye hitab edenler... 

Cariyesine çengilik, genç kölesine de berberlik yaptıranlar... 

Evlâdını okutmayıp yeniçeri ocağına yazdıran ve bundan huzur bulanlar... 

Verdikleri her cevapta yemin eden fellâh tabiatlı uğursuz herifler... 

Delikanlıları sohbet meclisine alıp bir alay adama öptürüp kucaklatanlar... 

Pabucunu ve çizmesini çıkartmadan dükkân kenarına oturup gelene geçene ayağının çamurunu sürenler... 

Kırk yıllık hikâye anlatanlar... 

Bir eline çocuğunu, bir eline de bohçasını alıp hamama gidenler... 

Cihangir’de dilber sevip her gün Tophane yokuşuna tırmanan ayağı giyimliler... 

Kış günlerinde Okmeydanı’na seyre gidenler...”

Habertürk-Murat Bardakçı 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder