Ülkemizden kaçırılan eserlerden bazıları tespit edilip hukuk mücadelesi verilerek geri alınınca seviniyoruz. Kültür ve Turizm Bakanlığı, geçenlerde Yenişehir Sinan Paşa Camii'nden sökülüp götürülmüş, üzerinde Haşr Suresi'nin 23. ayetinden bir bölümün yazılı olduğu XVI. yüzyıl eseri nefis çini alınlığı geri almayı başardı ve sayın bakan, haklı olarak, bu başarıyı gururla açıkladı. Adamlar on yıl önce tarihî bir camiden koskoca bir çini panoyu kimseye fark ettirmeden sökmüş, parçalayıp İngiltere'ye götürmüşler. Tabii, bu soygunların bu ülkenin vatandaşları olan alçakların yardımları olmadan başarılamayacağı ayrı bir hikâye...
Belki iki yüz yıldır kimi arkeolog, kimi mimar, kimi sanat tarihçisi, kimi bilmem ne kılığında gelip ülkemizi talan eden Avrupalı soyguncular o kadar pervasız davranmışlar ki, inanılır gibi değil. Milli Saraylar Daire Başkanlığı tarafından yayımlanan sanat, tarih ve mimarlık dergisi Milli Saraylar'ın dokuzuncu sayısındaki "Ayasofya Haziresi'nde Bulunan Türbelerdeki Çinilerin Kaçırılma Öyküsü" başlıklı yazıda anlatılan hikâye bu bakımdan ibret vericidir.
Arkeolog ve sanat tarihçisi Jale Dedeoğlu'nun anlattığına göre, geçen yüzyılın sonlarında Türkiye'ye gelerek başta Sultan II. Abdülhamid olmak üzere devrin ileri gelen devlet adamlarıyla tanışmanın bir yolunu bulan dişçi Albert Dorigny, bu ilişkilerini kullanarak Evkaf Nezareti'ne bir dilekçe verir. Hazret, Ayasofya Camii haziresindeki II. Selim Türbesi'nin girişinde, solda altmış çiniden panonun onarılması için izin istemektedir. Saf Osmanlılar adamın açıkgöz bir koleksiyoner olduğunu nereden bilsinler! Akıllarına kötü bir şey gelmez, izni veriverirler. Panonun çinileri tek tek sökülüp Paris'e götürülür, 1882-1896 yılları arasında güya tamir edildikten sonra geri getirilerek yerlerine monte edilir.
Şeytana pabucu ters giydirecek cinsten bir sahtekâr olduğu anlaşılan dişçinin bu restorasyon için Osmanlı Devleti'nden yüklü bir para aldığını ayrıca belirtmeye gerek var mı? Adam hem gözlerimizin içine bakarak tarihî bir eseri soymuş, hem de bunun için para almış. Pes doğrusu!
Yazıda, II. Selim türbesinde tamir edilmek bahanesiyle değiştirilen çinilerin sahte olduğunun ne zaman fark edildiği belirtilmemiş. Sonunda renk ve teknik farklılığı tesbit edilir ve Gaston Migeon adlı yazarın Paris'te, 1922 yılında yayımlanan Musee Du Louvre l'Orient Musulman adlı eserinden panonun Louvre Müzesi'nin Art of Islam bölümünde 3919/2265 envanter numarasıyla teşhir edildiği öğrenilir.
Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü, II. Selim Türbesi'nden çalınan çinilerin geri alınması için bunların Paris'e götürüldüğü tarihten 111 yıl sonra (2003) bir çalışma başlatır. Üç yıl süren bu çalışma sonunda anlaşılacaktır ki, soygun, söz konusu panoyla sınırlı değil. Aynı türbenin içindeki bordür çinileri, ulama çini karolardan oluşan panoların bir kısmı, III. Murad Türbesi'nin güneybatı duvarındaki kitabe, çini panonun üst sırası ve bordür çinileri... Durun, bitmedi! "I. Mahmud Kütüphanesi kitaplık bölümündeki ulama çini karo ve bordürlerden oluşan panolar, süpürgelik çinileri, koridor bölümünden kitaplık bölümüne geçişte sağ ve sol duvarda bezeli servi motifli panolar, bunların etrafındaki çini karo ve bordürler, okuma salonunun girişinde sağda bulunan ulama çini karo ve bordürlerden oluşan çini pano..." Evet, hepsi imitasyondur, yani sökülüp yerlerine sahteleri yerleştirilmiştir.
Bu soygun hakkında bazı gazetelerde çıkan haberler üzerine, İTÜ'den emekli bir profesör, Ayasofya Müzesi yetkililerini arayarak doktorasını Fransa'da Louvre Müzesi bursuyla yaptığını, tezi üzerinde çalışırken Paris'teki Musee Des Arts Decoratifs, Musse De Sevres ve Louvre müzelerinin depolarında çok miktarda Osmanlı çinisi gördüğünü, arşivinde bunların fotoğraf ve fişlerinin bulunduğunu bildirir. Uzmanlar fotoğrafları inceleyince görürler ki, bunlar, yerlerine imitasyonları konulan çinilerdir. Ve sahte çiniler incelenir; hepsinin arkasında "Choisy-le-Roi Seine" damgası sırıtmaktadır. Bu demektir ki, Osmanlı yetkilileri adamların iyi niyetlerinden asla şüphe etmedikleri için bunları kontrol etmeye bile ihtiyaç hissetmemişler.
Hâlâ yerlerinde duran sahte çiniler, meğerse Paris'e on bir kilometre uzaklıkta, Seine Nehri'nin diğer yakasındaki bir kasabada faaliyet gösteren bir porselen fabrikasında imal edilmiş.
Avrupa, sadece bizim ülkemizi değil, bütün dünyayı soyup soğana çevirmiştir. Zavallı Jön Türkler, Paris, Londra, Viyana gibi mamur şehirleri görüp "Diyâr-ı küfrü gezdim beldeler kâşâneler gördüm" diye sızlanır, bizim şehirlerimizin viraneliğinden şikâyet ederlerdi. O şehirlerin Asya'da, Afrika'da, Amerika'da birçok medeniyetin yok olması ve milyonlarca masumun kanı, canı pahasına kurulduğunu nereden bileceklerdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder