5 Eylül 2012 Çarşamba

Yavuz Bahadıroğlu - "Yarın akşam öleceksin" deseler

Yavuz Bahadıroğlu
"Yarın akşam öleceksin" deseler

Ekranda düğün dönüşü (yani en neşeli an) meydana gelen bir kaza haberi...

İnsanlar savrulmuş durumda: Kimi yaralı, kimisi ölü...

Kendisi de yaralı bir kadın telefonda şöyle diyor: "Annemi kaybettik!"

Kanım dondu... O an en büyük gerçeğe tosladığımı fark ettim. Titredim. Ürperdim. Üşüdüm. Şaşırdım.

Çünkü ölüm hepimize "uzak bir ihtimal" gibi gözükür. Defalarca şahit olmamıza rağmen "ölmeyecekmişiz gibi" yaşamayı sürdürürüz.

Ve bir gün aniden o gerçekle yüz yüze geliriz...

"Öldü!" derler, inanamayız.


Gayr-i ihtiyari, nasıl olduğunu sorarız...

Ne kadar anlamsız, ne kadar cevapsız bir sorudur bu... Muhatabınız sıkıntılı sıkıntılı anlatmaya çalışır, ama hiçbir şey anlatamaz.

Çünkü ölüm en izahsız olgudur.

Ölürler işte, ya da ölürsünüz, o kadar!

Kalp, kanser, kaza, kader; sonuçta hepsi "ecel"e çıkar:

"Ecel geldi cihâne, baş ağrısı bahane!"

"Zamansız" diye düşünürsünüz içten içe, "zamansız öldü." Sonra birden hatırlarsınız ki, her ölüm zamansızdır!

Yine de her an, ölüm anıdır.

*

Doğduk ve yaşıyoruz... Her şey "dün gibi"... Ama doğduğumuz günün üzerinden yıllar geçmiş... Yıllar akıp gitmiş üstünüzden...

Kimimiz yirmisine, kimimiz ellisine, kimimiz seksenine gelmişiz... Ortak noktamız: Ölümü kendimize ve yakınlarımıza konduramamamız. Oysa herkes doğduğu an ölmeye başlar.

Hangi yaşlarda olursak olalım, hiçbirimizin hayat garantimiz yok. İster genç olalım, ister yaşlı, hepimiz adına "ölüm" denen ölümcül bir hastalığa müptelayız, dostlarım.

İstisnasız tüm canlıların başına geleceği garanti olan tek yazgıdır ölüm: Zaten hayatın güzel olması fani olmasındandır...

Şimdi lütfen "Ne zaman öleceğimi biliyor muyum?" diye bir soru sorun kendinize.

Cevap: Bilmiyoruz.

Soru: Şu an ölme ihtimalimiz var mı?

Cevap: Var... Tıpkı Marmara depremi gibi: Şu an da olabilir, yarın da, otuz, kırk, elli yıl sonra da... Zamanını kimse bilemez, ama mutlaka olacak.

Yani bu akşam eve sağ-salim dönmemizin hiçbir garantisi yok.

Sabah evden çıkarken sağ-salim bıraktıklarımızı bıraktığımız gibi bulmamızın da bir garantisi yok.

Hattâ şimdi, şu an telefonumuz çalabilir ve evdekilerden birinin az önce vefat ettiği haberini verebilirler...

Tıpkı annesinin kazada öldüğünü yakınlarına haber veren kadın gibi...

Şimdi bir düşünün bakalım dostlarım, yarın akşam vefat edeceğinizi bilseydiniz, gününüzü nasıl geçirirdiniz?

Ve soru iki: Yarın akşam yakınlarınızdan birinin öleceğini bilseniz, zamanınızı nasıl geçirirsiniz?

Her zaman yaptıklarınızı mı yaparsınız, yaşadıklarınızı mı yaşarsınız, aynı şeyleri mi konuşur, aynı sözleri mi söylersiniz?

Yine kırar döker, ezip geçer misiniz?

Akşam öleceğini bildiğiniz birinden (anneniz, babanız, eşiniz, çocuklarınız, halanız, ablanız, amcanız, teyzeniz, kardeşiniz, v.s.) ayrılırken, sarılmaz mısınız, kulağına güzel birkaç söz ("seni çok seviyorum" gibi) söylemez misiniz?

Yapın o zaman, sevdiklerinize sarılın.

Yavuz Bahadıroğlu, Yeni Akit (04.09.2012)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder