Yavuz Bahadıroğlu
Tedbir ve takdir
Facialar üst üste geldi...
Önce on asker şehidimizi uğurladık...
Göz yaşlarımız kurumadan, birkaç şehit haberi daha geldi...
Acılarımızı yoğun biçimde yaşarken, ne görelim, Afyon'daki patlamada 25 askerimizi şehit vermişiz...
Yetmedi...
Aynı gece, insan kaçakçılarının küçücük bir balıkçı teknesinin ambarına
kilitlediği göçmenlerden 61'i, teknenin kayalara çarpıp batması sonucu
öldü.
*
Kara haber almaktan gına geldi artık dostlar, yorulduk...
İçimiz kaldırmıyor, dayanamıyoruz...
Yine de çabuk unutuyoruz: Yeni ölümler, eski ölümleri unutturuyor kamuoyuna.
Ama acaba ateşin düştüğü yürekler de unutuyor mu?..
Analar, babalar, bacılar, nişanlılar, eşler, kardeşler de unutuyor mu?
Acılar kökleşiyor, derinleşiyor; zaman içinde daha da acılaşıyor.
*
Kamuoyu ve yöneticilerimiz unutsa da, analar, babalar unutamıyor.
Şehitlikleri ziyaret edersiniz, günün her saatinde gözleri yaşlı, yüreği kan ağlayan anne babalarla dolu olduğunu göreceksiniz.
Anlayacaksınız ki, bazı acılar bazı yüreklerde hep taze kalıyor.
Evlât acısı böyle bir şey: Düştü mü yakıyor, kavuruyor!
Hiçbir şey olup bitmiyor, geçip gitmiyor yani.
Çaresiz, "takdir-i İlahi" diyoruz...
"Takdire tedbir neylesin?" demekte teselli arıyoruz.
"Önce tedbir, sonra takdir" dendiğini nedense hep unutuyoruz.
Ne oldu sahi Mavi Marmara olayı?.. O olayda da ölmüştük, ardından esip gürlemiştik, ne oldu?
Terörist diye sınırda vurulan kaçakçılar konusu ne oldu? (Hani inceden
inceye soruşturulacak ve sorumlular cezalandırılacaktı?).
Ya Suriye'nin uçağımızı düşürmesi?..
Karakol baskınları?..
Devlet yöneticileri "İlâhi takdir"i kabul ve ifade etmeli elbette, ama
onların asıl görevi "malumu ilan" değil, "meçhul"ü "malum" etmektir...
Hukukun ışığıyla, alaca karanlık kuşağında kalan olayları aydınlatmaktır.
Yani sonuna kadar araştırmak, varsa ihmalleri bulmak ve cezalandırmak, en azından halka bunu vaat etmek gerekir.
Türkiye gibi terörle boğuşan bir ülkede her ihtimali hesaba katmak ve her olayı ciddiye almak lâzım...
Afyonkarahisar'daki patlamayı takip eden saatlerde yapılan açıklamalarda biz böyle bir ciddiyet görmedik açıkçası...
Belediye başkanı ısrarla dört yaralı olduğunu söylüyor, Vali Bey ise dokuz yaralıdan söz ediyordu. Şehitlerden bahseden yoktu.
Kısacası resmi açıklamalar "sade suya tirit" nevindendi. Böyle
açıklamalar geldiğinde anlıyorsunuz ki, ortada telaffuz edilemeyecek
kadar büyük bir facia var...
Öyle ya, "Gece yarısı acemi
askerlere, üstelik kamyon farıyla aydınlatılmış bir depodan patlayıcı
madde taşıtıyorduk, patladı!" demek kolay değil...
Bu acıya
yürek nasıl dayansın? Hadi bir olsa, üç olsa, beş olsa dayanırız
diyelim; her gün kara haberle uyanan bir millet nasıl dayanır?
Analar, babalar, eşler, kardeşler nasıl dayanır?
"Yüreğimize ateş düştü" diyor, Sayın Cumhurbaşkanı.
Ne zaman düşmüyor ki? Ama asıl ateş annelerin, babaların, eşlerin, kardeşlerin yüreğine düşüyor.
Devlet milletinin yüreğini ferahlatmak içindir, ateş düşürmek için değil!
Ateş düşürme işini teröristler zaten yıllardan biri yapıyor.
Bari bir de biz kendi kendimizin yüreğine ateş düşürmeyelim.
Yavuz Bahadıroğlu, Yeni Akit (08.09.2012)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder