TARİHÇİ Mete Tunçay’ın çok önemli bir sözü vardır: “Türkiye’de bütün akımlar dogmatiktir!”
Aynen katılıyorum Tunçay’a. Fakat sorulsa kimse dogmatik olduğunu kabul etmeyecektir! Kimler dogmatiktir diye sorduğumuzda “Ötekiler dogmatiktir” diye cevap verilecektir! ‘Ötekiler’in dogmatik olduğunu söylemek dogmatik bir yargı değil midir?
Bizde dogmatikliğin yaygınlığını gösteren diğer bir kanıt, her devirde keskin kutuplara ayrılıp bazen silahlı, bazen silahsız vuruşuyor olmamızdır. Çünkü “biz” daima haklı, iyi ve doğruyuzdur, “onlar” daima haksız, kötü ve yanlıştırlar!
Yok birbirimizden farkımız
1910’larda Hürriyet ve İtilaf Partisi yanlısı birine, İttihat ve Terakki’nin iyi icraatlarının da olduğunu kabul ettiremezdiniz. Bir İttihatçı’ya da muhalefetin haklı taraflarının bulunduğunu kabul ettirmek mümkün değildi.
Bu dogmatik ve çatışmacı alışkanlığımız cumhuriyet tarihi boyunca devam etti. “Hasım” tarafa hakaret etmek, aşağılamak, lakap takmak cumhuriyet tarihinde de devam etti. Bilimsel araştırmalar gerektiren konuları basite indirgeyip siyasi silah gibi kullanmak, karmaşık realiteye analitik gözle bakmak yerine “doğmatik” bir tavırla ak-kara çatışmasına dönüştürmek alışkanlığı devam etti.
Bugün de bir muhafazakârın “İsmet Paşa şu işi doğru yaptı” dediğini duyuyor muyuz? Yahut bir Kemalist’in, “Cumhuriyet döneminde Atatürk’e muhalefet edenlerin şu kaygıları da haklı çıktı” dediğini işittiniz mi?
Araştırmadan damgalamak
Takrir-i Sükun döneminin baş icraatçısı İsmet Paşa’dır, en haşin uygulamaları o yapmıştır ama Takrir-i Sükun’u kaldırmaya Atatürk’ü ikna eden kişi de İsmet Paşa’dır. İsmet Paşa’nın Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşı’nın dışında tutabilmesi takdir edilmesi gereken bir politikadır. Struma ve Boraltan facialarında İsmet Paşa’nın Türkiye’yi bir savaş felaketinden uzak tutma çabasıyla hareket ettiği apaçık bir gerçektir.
Menderes’in ülkede şehirleşme ve sanayileşme çağını açtığı, Anadolu insanını ‘vatandaş’ haline getirdiği kesindir, ama basına ve muhalefete baskı yapması hataydı...
Örnekler çoğaltılabilir.
Değişen dönemler, değişik sorunlar, aktörlerin farklı algılama ve davranışları... Bunları araştırmak yerine önyargıyla toptan “ak” veya “kara” damgasını basmak dogmatizmdir. Her devirde yaşadığımız kutuplaşma hastalığımızın temelinde bu zihniyet alışkanlığımız vardır.
Abdülhamid kutuplaşması!
Abdülhamid tamamen ve her konuda doğru veya her konuda yanlış yapmış olabilir mi?!
Öte yandan, Abdülhamid’in muhalifleri tamamen haksız, külliyen yanlış ya da aksi, tamamen haklı, külliyen doğru olabilir mi?!
Ülkemizde hâlâ böyle bir kutuplaşma da vardır.
Hatta Osmanlı tarihinde modern eğitimin en önemli inşacılarından biri olan Abdülhamid’e hâlâ “aydınlanma düşmanı” diyen kör fanatikler olduğu gibi, Abdülhamid aleyhine şiir yazdı diye Mehmet Akif’i bile aşağılayan kör fanatikler de var.
Enerji israfı
Bu kadar keskin ak-kara ayrımcısı, dogmatik bir siyasi kültür, tartışma ve müzakereler yoluyla “ortak akıl” üretebilir mi?! Öteden beri “ortak akıl” üretme kapasitemiz nedir? Karmaşık sorunlara araştırmalarla çüzüm alternatifleri geliştirebiliyor muyuz?!
Ve neden seksen yıllık cumhuriyet tarihinde ekonomik kalkınma ortalamamız yüzde 5’tir de mesela pragmatik Uzakdoğu ülkelerindeki gibi yüzde 10 değildir?
Dogmatizmin, sert siyasi kavgaların toplumsal enerjimizi nasıl israf ettiğini görmenin zamanı gelmedi mi?
Taha Akyol - Hürriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder