15 Eylül 2012 Cumartesi

Ahmet Selim - Sorumsuzluk ve ciddiyetsizlik


 Ahmet Selim 
Sorumsuzluk ve ciddiyetsizlik
Özel hayatımdaki bazı üzüntüler bir yana, beni asıl etkileyen sebepler ülkenin toplumun meseleleri olmuştur. Bu biraz da yetişme tarzımla ilgiliydi.
Mesela henüz 10 yaşımdayken babam beni parti mitinglerine götürürdü, yakın tarihimiz hakkında benimle konuşurdu. Eve her gün 3-4 gazete girerdi. Menderes'lerin infazından sonra o yaşta yüksek tansiyon tedavisi görmüştüm.
Periyodik olmayan daha önceki yazılarımı saymazsak, 1972'den beri, yani 40 yıldır sürekli yazı yazıyorum. Çeşitli dönemler, bunalımlar, çalkantılar gördüm, hiç bu dönemdeki kadar sıkıntılı olmadım. Şimdi Suriye meselesinin getirdiği şartlardan da yararlanarak terör dış yardımlarla iyice azmış durumda. Eylem üzerine eylem yapıyor, ordu ve polis bunlara karşı büyük bir mücadele veriyor. Başbakan hassas ve önemli konuşmalar yapıyor. Bir meydanın ortasına atılan patlayıcılarla siviller çocuklar öldürülüyor. BDP, iftihar eder gibi, 400 km²'lik bir alanda duruma PKK'nın hâkim olduğunu söyleyebiliyor. Osman Pamukoğlu bu duruma atfen trajik bilgiler vererek çarpıcı açıklamalar ve uyarılar yapıyor. Anamuhalefet lideri, cephanelik patlamasının sabotaj olduğu bilgisini aldığını ifade ediyor. Dış basında da can sıkıcı yorumlar yer alıyor. Durum bu kadar ciddi bir manzara arz ederken, bir köşe yazarı (Serdar Turgut) "Terörün sona ermesi için neredeyse ideal olan bir çözüm" başlığı altında "... Kuzey Irak ve Suriye'den bir bölümü de içerecek, büyük bölümü Türkiye'den olacak otonom bir Kürdistan fikri çözüm olabilir." diyor. (Habertürk, 10 Eylül 2012) Bu tâ 1960'larda zikredilmiş ve derhal şiddetle reddedildiği için silinip gitmiş olan eski bir Amerikan önerisiydi. Şimdi açıktan konuşulabiliyor.
Bu kadar sorumsuzluk olur mu? Ben anlamaktan acizim. Türkiye'de diktatörlük yok. En yeni anketlerde bile yüzde 50'nin üzerinde seçmen desteğine sahip olduğu bilinen demokratik bir iktidar var. Onun lideri, yani Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanı, durumu değerlendiren uzun ve önemli konuşmalar yapıyor. Bütün resmî bilgiler onun elinde. Sen öyle bir yorum yapıyorsun ki, ona parlamentoda BDP'den başka herkes ve bütün millet şiddetle karşı çıkar. Sen de bunun böyle olduğunu biliyorsun. Peki böyle bir noktada böyle bir yorum yapmanın anlamı ne? Sahiden hiç anlamıyorum. Bu konuda onunkinden çok farklı yönde benim de bazı düşüncelerim var ama, fikrî-toplumsal sorumluluk anlayışımın gereği olarak yazmıyorum. Geçmişte de böyle yaptığım çok olmuştur. Öyle bir hale geldik ki her yanlış sorumsuzca yazılabiliyor, bazı doğrular ise özel sorumluluk duyarlılığı gereği yazılamıyor.
Halbuki herkesin bir fikrî-vicdanî-insanî sorumluluk bilinci içinde olması gerekir. Bu dönemde yazılacak ve söylenecek her cümle sorumluluk süzgecinden geçmeli. Bizim bu millete itidal ve basiret borcumuz, ahdimiz var. Köşeler bizim özel mülkümüz değil.
Terör dışarıdan yeni yardımlar sağlamaya başladı. Bunun ne gibi gelişmelere yol açacağı henüz belli değil. Suriye'ye İran'ın desteği devam ediyor. Dış basın da bu konuda bir belirsizliğin olduğunu belirtip, herhangi bir tahminde bulunamıyor. Suriye'ye müdahalenin Amerika ve NATO tarafından düşünülmediği ifade ediliyor. Suriye meselesinden önceki durumla şimdiki durum arasında terör açısından düşündürücü ve önemli farklar var.
Biz aynı gemide değil miyiz? Yorumcular seyirci midir? Fikrî bir samimiyet bunalımı var; yani bazıları kendilerine karşı da samimi değiller. Çözüm diye bir öneri yaklaşımı gösteriyorlar, kendi kendilerine "acaba doğru mu?" diye sormuyorlar, sorma zahmetine girmiyorlar. Kendilerine düşen yorumculuk görevi payını derleyip toparlamış olmak yetiyor onlara. Popüler olmayı sağlayan bir duruş göstermenin prim avantajını tatmin edici bulmak, bu yetinmeyi kendilerince rasyonel kılıyor. Halbuki onların da zihninde bir sürü soru çengeli var, bir sürü belirsizlik kör noktası var. Ona rağmen, kendilerine ayırdıkları popülerlik parselinin ucuz cazibesi kendilerini tatmin ediyor.
Asıl cesaret, itidal ilkesine bağlılıktan ayrılmama faziletini göstermektir. Kolaycı bir entellik rehavetine yaslanmak ise fikrî bencilliktir ve bencilliklerin en kötüsüdür. Önerilerde müphemiyet, hayalcilik ve eleştirilerde farfaralık, toplumu da siyaseti de kötümserliğe iten bir ciddiyetsizliktir, sorumsuzluktur.
a.selim@zaman.com.tr  

13 Eylül 2012, Perşembe
Zaman

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder