Arkadaşlar Facebook Grubumuza da bekleriz.
Yavuz Bahadıroğlu - Boraltan Köprüsü faciası
Boraltan Köprüsü faciası
Olay şu: İkinci Dünya Savaşı sırasında Stalin yönetiminin acımasız
baskılarına dayanamayan bir grup Azeri Türk’ü, “öz kardeş” saydıkları
Türkiye’ye sığınmaya karar verip yola çıkıyorlar.
Yolda
uğradıkları baskınlar sebebiyle arkaları sıra mezar taşlarından izler
bırakarak, nihayet Aras Nehri’nin üzerinde bulunan Boraltan Köprüsü’nü
(Iğdır) geçiyorlar ve Türk sınır karakoluna sığınıyorlar.
Artık kurtulduklarını, özgürlüğe kavuştuklarını düşünen 146 Azeri Türk’ü son derece mutludur, sevinçlidir.
Karakoldaki Mehmetçikler, başka Karakol Komutanı olmak üzere, Azeri
kardeşlerini bağırlarına basıyor, ekmeklerini onlarla bölüşüyor,
yataklarını ikram ediyorlar. 146 soydaşın hayatlarını kurtardıklarını
düşünerek onlar da mutlu oluyor.
Sevinmekte acele ettikleri
kısa bir süre sonra anlaşılıyor. Zira Karakol Komutanı’nın üstlerine
yazdığı mektuba gelen şifreli cevap, tamı tamına bir “kara haber”dir:
“Karakolunuza sığınan Azerileri derhal Sovyet yetkililerine teslim edin!”
Komutan bu işte bir yanlışlık olduğunu düşünüyor. İnsan, öldürüleceğini
bile bile kardeşini düşmana teslim eder mi? Buna vicdan dayanabilir mi?
Daha tafsilatlı olarak durumu bir kez daha bildiriyor, fakat gelen cevap aynıdır:
“Derhal teslim edin!”
Hâlâ inanamıyorlar. Ama Ankara’nın emri kesindir. Karakol Komutanı’nın
ve karakoldaki askerlerin tüm itirazları, Azerilerin tüm yalvarışları,
Ankara’daki sağır sultanları yumuşatamıyor: “Derhal teslim edin, yoksa
vatana ihanetle yargılanacaksınız.”
Hangisi “vatana ihanet”
acaba?.. Mazlum insanları ölüme göndermek mi, yoksa göndermemek mi?
Azerilerin lideri Karakol Komutanı’na yalvarıyor:
“Bizi siz
kurşuna dizin, ama Moskof’a teslim etmeyin. Öleceksek, ay yıldızlı
bayrağımızın dalgalandığı Anadolu topraklarında ölelim.”
Komutan ağlıyor, askerler ağlıyor, Azeriler ağlıyor… Ankara’daki
yöneticiler ise, Stalin’le aralarında bir pürüz olmaması için
soydaşlarını kurban etmeye çoktan karar vermişlerdir.
Kendisine
“Milli Şef” dedirten ve kendisini “Milli kahraman” ilân ettiren İsmet
İnönü ise şöyle buyurmuştur: “Sovyetler Birliği ile aramızda bir pürüz
istemiyorum. Bir daha böyle küçük meselelerle beni meşgul etmeyin.”
146 kardeşin göz göre göre, hem de en kalleş biçimde, sırf Stalin’in
otoritesini sarsmamak için ölüme gönderilmesi “küçük mesele” ise “büyük
mesele” nedir? Ne pahasına olursa olsun, iktidarda kalmak mı?
Hiçbir şey Ankara’yı kararından döndüremiyor. Çaresiz kalan Karakol
Komutanı, “Bizi siz kurşuna dizin” diye yalvararak ağlayan 146 Azeri’yi
gözyaşları içinde Kızılordu görevlilerine teslim ediyor.
Boraltan Köprüsü’nün bir ucu Türk toprağında, bir ucu Sovyet
toprağındadır. Azeri kafilesi, Boraltan Köprüsü’nü yarıladıkları sırada,
karşıdan yaylım ateşe tutuluyorlar. Buna rağmen, çoğunun son sözleri,
“Yaşasın Türkiye” oluyor. Hepsi ölüyor.
Yıllar sonra Azeri şair
Elmas Yıldırım, bir zamanlar Boraltan Köprüsü’nde yaşanan derin acıyı
“Dönek Kardaş” isimli şiirinde şöyle dillendirecektir:
“Bizi siz öldürün, vermeyin Rus’a,
“Yakışmaz Türklüğe, sığmaz namusa…
“Vahşete göz yumup silkmeyin omuz,
“Bizi siz öldürün, varsa suçumuz…
“Men ne diyem o vefasız dağlara,
“Öz gardaşı dönek olan ağlara.”
Yavuz Bahadıroğlu, Yeni Akit (07.09.2012)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder