23 Ekim 2012 Salı

Hamdullah Öztürk - Üç Türkiye (yabancı gözüyle)

Üç Türkiye (yabancı gözüyle)

Şaşırmıştım. Dinledikçe şaşkınlığım daha da artıyordu. Türkiye’ye iki defa yolu düşmüş.
Özel olarak gitme fırsatı bulamamış. Ama dünyanın nereye gittiğini merak eden, o merak saikiyle de gücü yettiğince gelişmeleri takip eden biriydi. Başladı anlatmaya: “Üç farklı Türkiye görüyorum.” cümlesiyle girmişti konuşmasına. Sonra tasnif geldi arkadan: Birincisi taklitçi Türkiye, ikincisi tarihçi Türkiye ve üçüncüsü de sahip olduğu değerlerin farkındaki Türkiye.
Taklitçi Türkiye üzerine fazla konuşma gereği duymuyordu. 28 Şubat’la şaha kalkmak isteyip de tepetakla giden bir dönem olarak görüyor taklitçi Türkiye’yi. “Ciddi bir tabanı var. Devam eden, hatta dindar kitle içindeki entelektüellerden bir kısmını etkileme istidadı da dahil olmak üzere geleceğe uzanan tesirleri görmezden gelinemez boyutta, ama vereceği bir şey yok” diyor. “Vereceği bir şey yok” ifadesinden maksat, Türkiye dışındaki insanlar için kayda değer bir tarafı yok manasına geliyor. Modern Avrupa’nın kopyası ve derdi ulus devletinin bağımsızlığının devamı ile sınırlı.

“Tarihçi Türkiye”, diyor, “Alımlı görünse de ilerlemesi zor.” Tarihinin ve stratejik yerinin bahşettiği derinliği kullanarak şanlı geçmişinin devamını yazmak istiyor. Kullandığı dil, geliştirdiği argümanlar ve sahip olduğu duruş, istese de istemese de cepheleşmeyi ve dolayısıyla itişip vuruşarak ilerlemeyi mecburi kılıyor. Tarihin devamını, geçmişin kalıntıları üzerine kurmak ise meşakkati çok ama ortaya ne çıkacağı tam belli olmayan bir süreç. Bu süreç, zengin bir hayalden besleniyor olsa da hakikate taşınma yüzdesi belki de hiç olmayacak kadar düşük. Tarihi şuur altından yeni bir tarih şuuru çıkarmak, tarih üzerinden üretilen korkuları da abartarak güncelleme fırsatı veriyor muhaliflere. “Neticede” diyor, “Muvaffakiyetinin zirvesine ulaşsa bile bölgesel kalmakla sınırlı bir Türkiye bu.”
“Değerlerinin farkındaki Türkiye’ye gelince” diyor ve orada biraz duruyor. Sonra “Sezdiğim ama künhüne vâkıf olamadığım, dolayısıyla, dikkatle izlemek zorunda hissedip de nasıl yapacağımı tam kestiremediğim bir taraf burası.” diyerek, sözlerine devam ediyor: Aslında “Tarihi yeniden yazmak isteyen Türkiye” diyesim geliyor bu kısma. Fakat biraz daha beklemek ve araştırmak zorunda hissediyorum kendimi. Ekonomik kriz ve meseleye ekonomiler açısından bakanlar, Arap Baharı, Suriye iç savaşı, terör ve dolayısıyla bölgeye uluslararası ilişkiler açısından bakanlar, güçler hiyerarşisi ve Türkiye’nin bulunduğu basamak açısından konuyu değerlendirenlerin asla göremeyeceği bir Türkiye var burada. İslam, insan, tarih ve coğrafyasının muhassalı, cepheleşmenin dışında kalmak isteyen, sınırlar aşırı olabilme istidadına sahip ve tabir yerindeyse milli unsurlarını tam manasıyla küreselleştirebilecek bir kıvam göze çarpıyor. Diyorum ki, eğer kendi içinden daralmalara maruz kalmazsa “Batılılaşma değil” ama beşeri aklın ürettiği maddi bedene ruh üfleyerek, aklın arkasına kalbi yerleştirip, onu irşat ederek, Batı’yı Doğu’yla buluşturup, insanlığın geleceğini hayalin ufkuna taşıyacak bir istikbal vaadi ile karşı karşıya olduğumuzu sezebiliyorum. Siyasi kısmının tekmili, uluslararası alanda temsili gibi hususlarını kestiremediğim için şimdilik dip dalgası gibi değerlendirdiğim üçüncü Türkiye ilgimi çekiyor. Araştırmak istiyorum. Kanaatim o ki Türkiye, eğer bir gün dünya için önem arz ederse, şüphesiz bu üçüncü Türkiye’den olacak!
Şaşırmakta haksız mıyım? Bizler ülkemizin hızlı değişen gündemleri, boyun ağrıları ve problemleri ile uğraşırken dışarıdan serinkanlı bakanların neler gördüğünü dikkatten kaçırıyoruz galiba. İnsan olarak endişeler taşıyan ve o endişelerle gelişmeleri takip edenler şimdilik adını koyamasalar da Türkiye’de farklı bir ışık görüyorlar.
21 Ekim 2012, Pazar
Hamdullah Öztürk - Zaman 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder