Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Kültür Topluluğu'nun Blog Sayfasının Köşe Yazıları ve Haber Sayfasıdır.
Arkadaşlar Facebook Grubumuza da bekleriz.
23 Ekim 2012 Salı
Hamdullah Öztürk - Üç Türkiye (yabancı gözüyle)
Üç Türkiye (yabancı gözüyle)
Şaşırmıştım. Dinledikçe şaşkınlığım daha da artıyordu. Türkiye’ye iki defa yolu düşmüş.
Özel
olarak gitme fırsatı bulamamış. Ama dünyanın nereye gittiğini merak
eden, o merak saikiyle de gücü yettiğince gelişmeleri takip eden
biriydi. Başladı anlatmaya: “Üç farklı Türkiye görüyorum.” cümlesiyle
girmişti konuşmasına. Sonra tasnif geldi arkadan: Birincisi taklitçi
Türkiye, ikincisi tarihçi Türkiye ve üçüncüsü de sahip olduğu değerlerin
farkındaki Türkiye.
Taklitçi Türkiye üzerine fazla konuşma gereği duymuyordu. 28 Şubat’la şaha kalkmak isteyip de tepetakla giden bir dönem olarak görüyor taklitçi Türkiye’yi. “Ciddi bir tabanı var. Devam eden, hatta dindar kitle içindeki entelektüellerden bir kısmını etkileme istidadı da dahil olmak üzere geleceğe uzanan tesirleri görmezden gelinemez boyutta, ama vereceği bir şey yok” diyor. “Vereceği bir şey yok” ifadesinden maksat, Türkiye dışındaki insanlar için kayda değer bir tarafı yok manasına geliyor. Modern Avrupa’nın kopyası ve derdi ulus devletinin bağımsızlığının devamı ile sınırlı.
Taklitçi Türkiye üzerine fazla konuşma gereği duymuyordu. 28 Şubat’la şaha kalkmak isteyip de tepetakla giden bir dönem olarak görüyor taklitçi Türkiye’yi. “Ciddi bir tabanı var. Devam eden, hatta dindar kitle içindeki entelektüellerden bir kısmını etkileme istidadı da dahil olmak üzere geleceğe uzanan tesirleri görmezden gelinemez boyutta, ama vereceği bir şey yok” diyor. “Vereceği bir şey yok” ifadesinden maksat, Türkiye dışındaki insanlar için kayda değer bir tarafı yok manasına geliyor. Modern Avrupa’nın kopyası ve derdi ulus devletinin bağımsızlığının devamı ile sınırlı.
Taha AKYOL - Da Vinci Köprüsü
Da Vinci Köprüsü
RÖNESANS devrinin en büyük dâhilerinden Leonardo Da Vinci’nin Haliç için Sultan II. Beyazıt’a önerdiği köprü projesi yeniden gündemde. Başbakan, Haliç’te bu projenin inşa edileceğini açıkladı.
Güzelleşmekte olan Haliç, bu proje ile yeni bir güzellik ve dünya çapında bir ilgi kazanacaktır. Da Vinci gibi bütün insanlık tarihinin en büyük dâhilerinden birinin beş yüz yıl önce çizdiği projenin hayata geçirilmesi elbette bütün dünyanın ilgisini çekecektir. Şartnamesi, ihalesi, temel atılması ve açılışı dünya çapında katılımlarla düzenlenmelidir.
Şüphesiz İstanbul’un “marka değeri”ni artıracaktır.
RÖNESANS devrinin en büyük dâhilerinden Leonardo Da Vinci’nin Haliç için Sultan II. Beyazıt’a önerdiği köprü projesi yeniden gündemde. Başbakan, Haliç’te bu projenin inşa edileceğini açıkladı.
Güzelleşmekte olan Haliç, bu proje ile yeni bir güzellik ve dünya çapında bir ilgi kazanacaktır. Da Vinci gibi bütün insanlık tarihinin en büyük dâhilerinden birinin beş yüz yıl önce çizdiği projenin hayata geçirilmesi elbette bütün dünyanın ilgisini çekecektir. Şartnamesi, ihalesi, temel atılması ve açılışı dünya çapında katılımlarla düzenlenmelidir.
Şüphesiz İstanbul’un “marka değeri”ni artıracaktır.
22 Ekim 2012 Pazartesi
İskender Pala - Halep... Ah Halep!..
Halep... Ah Halep!..
Eskiden Halep deyince aklıma kumaşlar, çarşılar, bezirganlar,
kervanlar, yollar ve zenginlik gelirdi. 2012’de artık kurşunlar,
havanlar, toplar ve gülleler geliyor. Ve sonra düşünüyorum, bir zamanlar
Halep’te Sargon (M.Ö. 2334 – 2279) diye biri yaşamıştı.
Yeryüzündeki
ilk imparatorluğu (Akad devleti) kuran ve kendisine evrenin kralı diyen
adam. Mezopotamya’nın bereketli topraklarına hükmediyordu ve Halep’te
ilk ayak izlerini o bıraktı. Ardından, Hz. İbrahim’in kutlu adımları
geldi Halep’e; Hanif dininin vahdet ışıklarını yaymak için. Sonra
Hititler, Asurlular, Mittaniler, Persler ve Büyük İskender. Ve Allah
elçisi Zekeriya’nın kabrini buraya kazan Romalılar. Ardından Sasani,
Arap ve Emeviler… Derken Haçlı kuşatmaları. Yollar hep Halep’e uğradı,
yollar hep Halep’ten uğradı. Doğunun bütün ticareti, ipek yolları hep
burada kervanlandı, merkezlendi. Ve elbette Halep krallar için iştah
kabartan bir şehir oldu. Halep’te çakılan kazık çürümez dediler bu
yüzden, nasıl olsa yeni gelen onu hemen sökecekti. Moğollar, Çerakise,
Timur, derken Yavuz Sultan Selim Han’a uzandı zaman (1516) ve kazıklar
çürüdü, zaman demlendi. Ama bu sefer de insan dışı istilalar başladı.
Birkaç veba salgını, birkaç büyük yangın, derken yeniden imar olunan bir
şehir. Artık müziği, mutfağı, mimari ve yerleşimiyle Şam’ın değil
Urfa’nın, Halep’in, Antakya’nın bir benzeri, belki Konya, İstanbul ve
Bursa’nın harmanlanışıydı. Ve 1920’de önce Fransız işgali, ardından…
21 Ekim 2012 Pazar
İsmail Kaya - Dil ve gönül
Dil ve gönül | |||||
Sesli dinlemek için tıklayınız. | |||||
Fertler,
gruplar ve toplumlar olarak dilimize hâkim olamıyor ve birbirimizle bir
türlü anlaşamıyoruz. Dillerimiz fırın küreği gibi, lâkin, bir türlü
“dil yâresi”ndeki mecâzla, gönüllere giremiyoruz.
Bazen de, dil ve söylemler, bizleri fillerin eğitiminde olduğu gibi, müşteriler olarak ve toplum olarak sahip olduğumuz büyük gücü kullanmaktan, maksadımıza ulaşmaktan bizleri mahrum edebiliyor. Yavru filleri kısa bir zincirle ayağından kazığa bağlarlarmış. Adım adım zinciri uzatır, daha geniş bir alanda dolaşmasına izin verirlermiş. Zamanla, koca fil duruma alışır, bebeklikten kalan bir hisle, zincir yerine bir ip, demir kazık yerine bir çıtayla bile zaptedilir hale gelirmiş. Popüler kültür ve medya da bir aşamadan sonra pek çok alanda “filin ipi” gibi çalışıyor, hepimizi kuşatıyor. Hedeftekilerin pek azı, şayet nasibi de varsa, akıl ve gönülleriyle iplerini koparmayı başarabiliyorlar. Uzmanlık alanımız, bizi müşterinin diliyle ilgilenmeye, onu anlamaya, onu araştırmaya zorluyor. Pazarlamada başarı (isterseniz iletişimde deyiniz) kendisinin veya firmasının dilini değil, müşterisinin dilini öne çıkaranlara daha çok yakışıyor. Genellikle, müşterinin dili firmanın dilinden daha zengin, daha geniş, daha sevecen, daha çekici ve daha renkli oluyor. Firmalar, kurumlar, istisnalar hariç, kendi dillerinin farkına bile varamıyor. Lafın nereye dokunduğunu kestiremiyorlar. Nerede kaldı ki, kendi dillerini geri çekip veya ayarlayıp, müşterinin dilini anlamaya, o dilden konuşmaya başlasınlar. Aslında bunu gerçekleştirmek çok da zor değil. “Kişi dilinin altında gizlidir” sözü işi özetliyor. Müşteri zaten diyeceğini nasılsa, yeri ve zamanı geldiğinde bir şekilde diyor. Yeter ki, bir dinleyen bulunsun. Ne tür bir kurumun veya kuruluşun parçası olursak olalım, lütfen dikkat. Sevdiriyor muyuz, yoksa nefret mi saçıyoruz? Davet mi ediyor, yoksa kovuyor, kaçırıyor muyuz? Sözlü, sözsüz, yazılı görüntülü, açık kapalı, genel özel, bütün iletişimlerimizi gözden geçirelim, yanlış olanları çizelim, silip, atalım. Yerine maksada uygun olanları koyalım. Hoş, dili ve söylemi tutturabilsek bile, bazen maksadı ve hedefi tutturamayabiliyoruz ya, neyse... “Doğruyu söylemek için dil, anlamak için gönül gerek.”
İsmail Kaya - Türkiye
|
10 Ekim 2012 Çarşamba
Ahmet Altan - Kainat ve Tanrı
KUM SAATİ 07.10.2012
Ahmet Altan
Kâinat ve tanrı
Ahmet Altan
Kâinat ve tanrı
Bazen oluyor.
Bir şey seyrediyorsunuz ve sizi saran gerçeklik birden
yıkılıyor, hayatın gündelik akışı anlamını yitiriyor.
Bir tesadüf eseri dün ünlü fizikçi Hawking’in “evreni
tanrı mı yarattı” sorusunu tartıştığı bir programı izledim.
“Bu koca kainat kimin eseri” sorusunun cevabını arıyor ve
sorudan soruya geçiyordu.
Bunu da benim gibi cahiller daha iyi anlasın diye bir
yemeği tarif eder gibi tarif ediyordu, “Bir evren yapmak için maddeye, enerjiye
ve büyük bir genişliğe ihtiyaç var” diyordu.
Sonra Einstein’ın ünlü formülüne geliyordu.
“Einstein maddeyle enerjinin bir paranın iki yüzü gibi
olduğunu buldu, madde enerjiye dönüşebiliyordu.”
7 Ekim 2012 Pazar
Alev Alatlı - Aslında her şey olması gerektiği gibi
Aslında her şey olması gerektiği gibi
Alev Alatlı
Alev Alatlı
Aslında, her şey, her zaman olduğu ve olması gerektiği gibi: Belirsiz, bulanık, ortada ve kaotik. Türkiye’ye dair olup da, yüzde yüz doğru ya da yüzde yüz yanlış olduğu kanıtlanmış tek bir olgu yok. Ne kadar ince elenip sık dokunursa dokunsun, temel alınan hiçbir veri, uzun vadeli tahminleri –buna “felâket senaryoları” da dahil– doğru çıkaracak kadar sağlam değil ve olmayacak. Çünkü, ne kâinat, ne dünya ne de Türkiye belli kurallara göre işleyen, her olayın birtakım sebeplerin kaçınılmaz sonucu olarak tezahür ettiği, başı sonu belli olan “deterministik” sistemler. “Kâinatta belirsiz olan, bulanık olan, ortada olan hiçbir şey yoktur.” diyen Newton. Sir Isaac Newton’un 1687 basımı Principia’sına göre, kesin bir sistem olan kâinatı/dünyayı oluşturan parçacıklar, belirli fizik kurallarına göre hareket ederler. Parçacıkların birbirleriyle olan ilişkileri, “nedensellik” çerçevesinde gelişir. Biz insanlar, nedensellik kurallarının neler olduğunu keşfedersek, kâinatın nasıl işlediğini kesin olarak öğrenebiliriz. Ve insanlığı, kâinatın nasıl işlediğini öğrenmekten alıkoyacak hiçbir şey yoktur.
Prof. Dr. Osman MÜFTÜOĞLU - Nezle sezonu açılıyor
Nezle sezonu açılıyor
Bu aralar her gün birkaç kişi “öksürük, aksırık, kırıklık ve hafif ateşim var ne yapayım?” diye soruyor. Ne iyi ki çoğu grip değil, nezleli ve en geç bir haftada kendiliğinden iyileşebilecek. Dr. Evren Altınel sizin için nezleyle gribin temel farklarını gösteren bir tablo hazırladı
Aksırıyorsunuz, burnunuz akıyor, ürperiyorsunuz… Hafif ateşiniz de var… Yorgunsunuz. Ağrı ve kırıklık tüm bedeninizi kuşatmış gibi sanki… Muhtemelen nezleye yakalanmış olmalısınız. “Havalar da birden soğudu; giydiklerimi ayarlayamadım ve üşüttüm” diye düşünebilirsiniz ama nezlenin asıl nedeni hava değişimi değil, rhinovirus virüsleri. Kalabalık ortamlar, okul, işyeri gibi havalandırma problemi olabilen yerler, toplu taşıma araçları (özellikle de havaalanları, uçak, metro ve otobüsler) bulaşma için ideal ortamlar. Peki sorunu nasıl alt edeceksiniz?” Yaşasın Hayat! uzmanlarından Dr. Evren Altınel’in öncelikli tavsiyeleri şunlar:
“Ateşinizi düşürmek, kırıklığı ve eklem ağrılarını gidermek için ‘paracetamol’ içeren ilaçlardan yararlanabilirsiniz. Burun akıntısından çok tıkanıklığı önemlidir ve mutlaka giderilmelidir. Bu amaçla deniz suyu içeren spreyler kullanılabileceği gibi, evde bir su bardağı kaynamış ve ılıtılmış suya katılacak bir silme çay kaşığı sofra tuzuyla kolay yoldan ‘serum fizyolojik’ de hazırlayabilirsiniz. Bol sıvı tüketmek, meyve ve sebzelere ağırlık vermek, uyku düzenine dikkat etmek ve birkaç gün istirahata çekilmek de bağışıklığınızı güçlendirerek iyileşmenizi hızlandırır. Listeye iki gün üst üste bir ampul D vitaminini kırıp yoğurda ekleyerek yemeyi ve üç-beş gün günde bir-iki gram C vitamini desteği almayı da ekleyebilirsiniz.”
Altınel’in önerilerini okudunuz, bana sorarsanız iyileşmenizi daha da hızlandırıp bedeninizi kuşatan yorgunluk ve kırıklıktan çabucak kurtulmak için üç-beş gün öğle ve akşam yemeklerine ‘tavuk suyu çorbası’ ile başlamayı deneyin. ‘Bağışıklık çorbası’ diye tanımladığım bu çorbaya bol limon suyu, toz karabiber, maydanoz yaprakları, zencefil ve kırmızı pul biber eklemeyi de lütfen unutmayın!
Bu aralar her gün birkaç kişi “öksürük, aksırık, kırıklık ve hafif ateşim var ne yapayım?” diye soruyor. Ne iyi ki çoğu grip değil, nezleli ve en geç bir haftada kendiliğinden iyileşebilecek. Dr. Evren Altınel sizin için nezleyle gribin temel farklarını gösteren bir tablo hazırladı
Aksırıyorsunuz, burnunuz akıyor, ürperiyorsunuz… Hafif ateşiniz de var… Yorgunsunuz. Ağrı ve kırıklık tüm bedeninizi kuşatmış gibi sanki… Muhtemelen nezleye yakalanmış olmalısınız. “Havalar da birden soğudu; giydiklerimi ayarlayamadım ve üşüttüm” diye düşünebilirsiniz ama nezlenin asıl nedeni hava değişimi değil, rhinovirus virüsleri. Kalabalık ortamlar, okul, işyeri gibi havalandırma problemi olabilen yerler, toplu taşıma araçları (özellikle de havaalanları, uçak, metro ve otobüsler) bulaşma için ideal ortamlar. Peki sorunu nasıl alt edeceksiniz?” Yaşasın Hayat! uzmanlarından Dr. Evren Altınel’in öncelikli tavsiyeleri şunlar:
“Ateşinizi düşürmek, kırıklığı ve eklem ağrılarını gidermek için ‘paracetamol’ içeren ilaçlardan yararlanabilirsiniz. Burun akıntısından çok tıkanıklığı önemlidir ve mutlaka giderilmelidir. Bu amaçla deniz suyu içeren spreyler kullanılabileceği gibi, evde bir su bardağı kaynamış ve ılıtılmış suya katılacak bir silme çay kaşığı sofra tuzuyla kolay yoldan ‘serum fizyolojik’ de hazırlayabilirsiniz. Bol sıvı tüketmek, meyve ve sebzelere ağırlık vermek, uyku düzenine dikkat etmek ve birkaç gün istirahata çekilmek de bağışıklığınızı güçlendirerek iyileşmenizi hızlandırır. Listeye iki gün üst üste bir ampul D vitaminini kırıp yoğurda ekleyerek yemeyi ve üç-beş gün günde bir-iki gram C vitamini desteği almayı da ekleyebilirsiniz.”
Altınel’in önerilerini okudunuz, bana sorarsanız iyileşmenizi daha da hızlandırıp bedeninizi kuşatan yorgunluk ve kırıklıktan çabucak kurtulmak için üç-beş gün öğle ve akşam yemeklerine ‘tavuk suyu çorbası’ ile başlamayı deneyin. ‘Bağışıklık çorbası’ diye tanımladığım bu çorbaya bol limon suyu, toz karabiber, maydanoz yaprakları, zencefil ve kırmızı pul biber eklemeyi de lütfen unutmayın!
6 Ekim 2012 Cumartesi
Fatih Altaylı - Si vis pacem para bellum
Fatih Altaylı
Si vis pacem para bellum
06 Ekim 2012 Cumartesi, 06:04:24
BAŞBAKAN Erdoğan, Suriye ile ilişkileri değerlendirirken "Hazır ol cenge, sulh u salah istiyorsan" dedi.
Cümle âlem de "Eski bir deyiş" diyerek geçiştirdi meseleyi.
Basınımızın ve yorumcularımızın "Eski bir deyiş" dediği cümle aslında Abdülhak Molla'ya ait.
Daha doğrusu Abdülhak Molla'nın Latince'den Osmanlıca'ya çevirdiği bir cümle.
Çok bilinen orijinali Latince.
1700 yıl önce söylendiği şekliyle, "Si vis pacem para bellum".
Basitçe, "Barış istiyorsan savaşa hazır ol".
Ama Abdülhak Hamit'in dedesi Abdülhak Molla öyle güzel çevirmiş ki, Latince'si gölgede kalmış.
Başbakan Erdoğan da Abdülhak Molla'nın çevirisini kendine göre değiştirmiş aslına bakarsanız.
Molla'nın yazdığı orijinal cümle tam olarak şöyle:
"Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz ü felah
Hazır ol cenge eger ister isen sulh u salah"
Latince'sini aratmayacak kadar güzel bir çeviri.
Cümle âlem de "Eski bir deyiş" diyerek geçiştirdi meseleyi.
Basınımızın ve yorumcularımızın "Eski bir deyiş" dediği cümle aslında Abdülhak Molla'ya ait.
Daha doğrusu Abdülhak Molla'nın Latince'den Osmanlıca'ya çevirdiği bir cümle.
Çok bilinen orijinali Latince.
1700 yıl önce söylendiği şekliyle, "Si vis pacem para bellum".
Basitçe, "Barış istiyorsan savaşa hazır ol".
Ama Abdülhak Hamit'in dedesi Abdülhak Molla öyle güzel çevirmiş ki, Latince'si gölgede kalmış.
Başbakan Erdoğan da Abdülhak Molla'nın çevirisini kendine göre değiştirmiş aslına bakarsanız.
Molla'nın yazdığı orijinal cümle tam olarak şöyle:
"Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz ü felah
Hazır ol cenge eger ister isen sulh u salah"
Latince'sini aratmayacak kadar güzel bir çeviri.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)