7 Kasım 2012 Çarşamba

Murat Bardakçı - Papa, Peygamberimizin naaşını çaldırmak için Medine’ye 20 ajan papaz göndermişti



Murat Bardakçı

Murat Bardakçı

Papa, Peygamberimizin naaşını çaldırmak için Medine’ye 20 ajan papaz göndermişti

04 Kasım 2012 Pazar, 11:23:15Güncelleme: 15:04:47
12. asırda yaşamış bir Papa ile Portekizli bir 16. asır amirali Mescid-i Nebevî’ye musallat olmuş, bunun üzerine Peygamber’in kabri dört bir yanından kurşunla kaplanmış, hattâ toprağın altına bile tonlarla erimiş kurşun akıtılmıştı.

Mescid-i Nebevî’de yakında başlayacak olan inşaat sırasında Hazreti Muhammed’in başına birşeyler gelmesinden endişe duyulan kabri eskiden de tehlike altında kalmış, meselâ 12. asırda bir Papa ile 16. yüzyılda Portekizli bir amiral peygamberimizin naaşına musallat olmuşlardı. Ama böyle “korunan” yerlere Suudi’nin şerri bile uzanamaz, dolayısı ile hiç endişelenmeyin!
Suudiler’in bir ucunda Hazreti Muhammed’in türbesinin de bulunduğu Mescid-i Nebevî’yi yıkıp yerine çok daha büyük bir cami inşa edeceklerinin duyulmasından sonra inşaat sırasında peygamberin kabrinin başına bir iş gelmesinden endişe ediliyor ya... Daha önce de yazdım: Suudiler kutsal toprakları gerçi babalarının çiftliği gibi kullanmaktadırlar ama böyle bir işe kalkışabileceklerini ve “Hücre-i Saadet”, yani Hazreti Muhammed’in kabrinin bulunduğu mekân için şu anda ciddî bir tehdidin sözkonusu olduğunu pek zannetmiyorum... Ama, Hücre-i Saadet geçmişte iki büyük tehlike atlatmış ve her ne kadar inanılmayacak gibi görünse de, Hristiyan dünyası iki defa Hazreti Muhammed’in naaşını çalmaya teşebbüs etmişti!


SELÂHADDİN’İN PATRONU

12. yüzyılın ortalarında yapılan ilk teşebbüsün ayrıntılarını, Evliya Çelebi’nin meşhur “Seyahatnâme”sinin dokuzuncu cildinde buluyoruz. Seyahatnâme’de, Papa’nın Hazreti Muhammed’in naaşını çaldırmaya heveslendiği, gayet iyi Arapça konuşan 20 adamını Medine’ye gönderdiği ve bu sapık operasyonu Şam hükümdârı Nureddin Mahmud Zengî’nin engellediği anlatılıyor. Musul’da 1118’de doğan ve Oğuzlar’ın Avşar boyuna mensup olan Nureddin Zengî, Selçuklu Devleti’nin seçkin kumandanı ve Halep ile Musul’un hâkimi İmâdeddin Zengî’nin oğlu idi. Babasının 1146’daki ölümünden sonra miras olarak Halep’i aldı, aynı sene Haçlılar’ın elinde bulunan Urfa’yı da kurtardı ve daha sonra Şam’a da hâkim oldu. 1174’teki vefatına kadar Haçlılar’a karşı ardarda zaferler kazanan Nureddin Zengî’nin yetiştirdiği kumandanların arasında Selâhaddin Eyyubî de vardı...

1150 İLE 1174 ARASINDA
Aşağıda, Evliya Çelebi’nin meşhur “Seyahatnâme”sinde Nureddin Zengî’nin Hazreti Muhammed’in naaşının çalınmasını engellemesinden bahseden bölümünü günümüzün Türkçesi ile ve kısaltarak naklediyorum... Seyahatnâme olayın hangi tarihte meydana geldiğini açıkça ifade etmiyor ama hadisenin Nureddin Zengî’nin Şam’da bulunduğu sırada yaşandığı ve Nureddin’in oraların tamamına 1150’lerin başında hâkim olduğu gözönüne alınınca, Hazreti Muhammed’in cenazesini çalma teşebbüsünün 1150 ile Nureddin’in vefat tarihi olan 1174 arasında meydana gelmiş olduğu anlaşılıyor.

İşte, Evliya Çelebi’nin bu konuda verdiği bilgiler: “...Şam Atabeyi Nureddin, Şam’ın hâkimi iken Papa dedikleri dinin düşmanı dinsiz ve lânetlenmiş herif, ruhbanları ile biraraya geldiğinde ‘Muhammed’in yolunu takip edenlerin dinlerini ve devletlerini yaralayalım. Birkaç adamımızı Firavun’un hazinelerinden de fazlasını vaadi ile Medine’ye gönderelim, orada bir eve yerleşsinler. Sonra lâğımlar kazıp Muhammed’in cenazesini çalıp Roma’ya getirsinler’ dedi. Derken, işi yapabilecek yirmi kişi buldular. Bu veled-i zinaların (piçlerin) herbiri bütün lisanları mükemmel şekilde konuşabiliyordu.

Papa mel’unu herifleri karşısına aldı, ‘Eğer Muhammed’in cenazesini buraya getirirseniz kılıcınız Arş’a asılır ve Hazreti İsa ile beraber haşrolursunuz; isminiz de tarihe yazılır’ dedi ve adamları Medine’ye gönderdi. Kıyafet değiştirip yola çıktılar ve Mısır üzerinden geçip nurlarla dolu Medine’ye vardılar. Burada ikiye ayrıldılar, içlerinden on kişi harem şeyhini ziyaret ederek hediyeler sundu, şeyh de ‘Safâ geldiniz’ diyerek bunları Harem-i Şerîf’in bir köşesindeki hücreye yerleştirdi. Geri kalan on kişi de Medine’de çöpçülük, hamamcılık ve hammallık yapmaya başladı.

PEYGAMBER RÜYASINA GİRDİ
Papa’nın kâfirleri Medine’de üç sene kaldılar ve Hazreti Muhammed’in mezarına giden uzun bir tünel kazdılar. Türbeye yaklaşmışlardı ki, Hazreti Peygamber o sırada Şam’da bulunan Nureddin’in rüyasına girdi ve ‘Yâ Nureddin! Bu mel’unlar benim kabrimi kazıp cenazemi Kâfiristan’a götürmeye çalışıyorlar’ dedi ve adamları birer birer gösterdikten sonra ‘Yetiş yâ Nureddin! Bu vazife sana verildi. Medine’ye gelmende sırrullah vardır. Gel, mezarımın her tarafını tunçlarla ve Horasan işi kâgir binalar ile çevir. Hizmetinin karşılığında sana şehitlik müyesser olacak, kıyamet günü benim bayrağımın altında olacaksın’ buyurdu. Nureddin geceyarısı uykusundan uyandı, baştan aşağı nûra bürünmüş olduğunu gördü ve sabaha kadar on iki bin deve ve at topladı ve yanına da altı bin asker alarak Şam’a doğru yola çıktı.




Üç gün üç gece hiç durmadan gitti, Medine’ye ulaştı, kâfirleri bulabilmek için şehir halkının tamamını huzurundan tek tek geçirdi ve ihsanlar da verdi ama peygamberin kendisine ruyada gösterdiği adamları göremedi. Medineliler’e ‘Şehirde huzuruma çıkıp da ihsan almayan kimse kaldı mı’ diye sorduğunda, ‘Bâb-ı Şifa tarafındaki medresede on kişi yaşar ama ibadetle meşguldürler’ cevabını aldı. Nureddin bu on kişiyi getirmeleri için adamlarını gönderdi, getirdiler, sonra şehirde çöpçülük ve hammallık yapar gibi görünen ama Peygamber Efendimiz’in türbesine doğru kazılan tünelden çıkan toprakları taşıyan diğer on kişiyi de buldular. Tünele indiklerinde türbeye sadece bir adım kaldığını gördüler ve Nureddin bu yirmi kişiyi katledip pis cesedlerini uzaklardaki dağlara attırdı.





HER YERİ KURŞUNLA KAPLADI
Nureddin ileride böyle bir işe kalkışılmaması için tedbirler aldı ve Peygamberimiz’in türbesinin etrafını derinlerdeki kayalara ulaşana kadar kazdırdı, şerefli mezarlarının altına destekler koydurdu. Binlerce kantarı dolduracak kadar kurşun ve kalayı eritip buralara akıttı, kâfirlerin kazdığı tüneli de kurşunla doldurdu. Hazreti Muhammed’in, Hazreti Ebubekir ile Hazreti Ömer’in kabirlerinin üzerini de kurşunlarla ve adam beli kalınlığında demir kafeslerle örtüp etraflarını da sağlam duvarlarla çevirdi. Hazreti Risâlet Efendimiz, o zamandan buyana işte böylesine büyük bir tunç sandukanın içerisindedirler...” Evliya Çelebi hadise hakkında bunları yazıyor... Sözünü ettiği akıl dışı işe hangi Papa’nın kalkıştığını ise bilmiyoruz. Hadisenin meydana geldiği 1150 ile 1174 seneleri arasında Papalık tahtından dört kişi geçmiş: Üçüncü Eugene, Dördüncü Anastasius, Dördüncü Adrian ve Üçüncü Alexander. Akıllara ziyan işi planlayan Papa, işte bu dört kişiden biri! Hazreti Muhammed’in naaşına karşı sonraki asırlarda birşeyler planlayan Portekizli Amiral Alfonso d’Albuquerque’in boşa çıkan hayâlini de yine bu sayfada okuyabilirsiniz...
AMİRALİN BU UÇUK PLANINI YAVUZ SULTAN SELİM BOZDU
1150’lerde Hazreti Muhammed’in naaşını kaçırmaya teşebbüs eden Hristiyan dünyası, yaklaşık üç buçuk asır sonra bu işi yeniden denemeye kalktı ama çabaları yine boşa çıktı. Portekizli Amiral Alfonso d’Albuquerque’in planladığı bu ikinci girişim, 1510’lu senelerde sahneye kondu... Osmanlı Beyliği’nin kurulduğu 14. asrın ilk yıllarında, İslâm’ın kutsal topraklarına merkezi Kahire olan ve Haçlılar’ı Ortadoğu’dan atan güçlü Memlük devleti hâkimdi. Memlükler kuvvetli bir kara ordusuna sahip idiler ama denizcilikte zayıf kalmışlardı...




AMİRALİN SİNSİ PLANI
Doğu’ya uzanan ticaret yollarını ellerine geçirmek isteyen Portekizliler, Memlükler’in denizcilikteki bu zaafından istifade ederek Arabistan Yarımadası’nda stratejik mevkiler elde etmeyi başardılar. Portekizli Amiral Alfonso d’Albuquerque, daha da ileri giderek Hazreti Muhammed’in Medine’deki kabrini Hristiyan topraklarına kaçırmak gibi sinsi bir plan kurdu. Amiralin gerekçesi, Memlükler’in Kudüs’teki kutsal yerleri ziyaret eden Hristiyanlar’dan vergi almalarıydı ve naaşı kaçırabildiği takdirde İslam dünyasının moralini yerle bir ederek zamanla Kudüs’e de hâkim olabileceğini düşünmüştü ama Osmanlılar’ın Memlükler’i tarih sahnesinden silerek Ortadoğu’ya ve bütün kutsal topraklara hâkim olmaları bu planı bozdu.

DENİZDE ÜSTÜNLÜK
Portekizliler 15. yüzyılın sonlarında Ümit Burnu’nu dolaşarak Hint Okyanusu’na ulaşmış ve gözlerini Arabistan’a dikmişlerdi. Memlükler, Portekizliler’in denizden ilerleyişini bir türlü durduramıyorlardı. Hint Okyanusu’ndaki Portekiz donanmasının kumandanı olan Amiral Alfonso d’Albuquerque, plânını işte bu sırada hazırladı.Mekke veMedine’nin ardından Kudüs’ü de alarak Müslümanlar’ı İslam’ın kutsal topraklarından sürebileceğine inanıyordu. d’Albuquerque’in planı, Muhammed Yakub Mughul’un “Kanunî Devri Osmanlılar’ın Hint Okyanusu Politikası ve Osmanlı-Hint Müslümanları Münasebetleri” isimli eserinde şöyle anlatılır: “...Portekiz, Hindistan’daki sömürgelerini muhafaza etmek ve kuvvetlendirmek için başka bölgeleri de işgal edecek, denizlere hâkim olmak maksadıyla Hürmüz Boğazı’nı elde tutacak, Kızıldeniz’de hâkimiyet kurmak amacıyla Aden’e girecekti. Nil Nehri‘nin yatağında yeni kanallar kazılarak suyun yolu değiştirilecek, böylelikle Mısır’a büyük zararlar verilecek ama çok daha önemlisi, Hazreti Muhammed’in Medine’deki mezarı açılarak naaşı kaçırılacak ve Hristiyan bir memlekete götürülecekti.

CİDDE’YE ÇIKARMA
Portekizli komutan, planını tatbik için 1513’te harekete geçti, birçok Müslüman toprağını işgal etti ama amacına ulaşmasına Osmanlılar engel oldular. Yavuz Sultan Selim, 1516’nın 2 Ağustos’unda Halep yakınlarındaki Mercidabık bölgesinde Memlük ordusunu bozguna uğratınca Mısır ile Suriye’nin tamamı Osmanlılar’ın eline geçti. İslâm’ın kutsal toprakları da kısa bir zaman sonra yine Yavuz Sultan Selim’in kontrolü altına girdi. Ama, Portekizliler yine de her yolu denemeye kararlı idiler, hattâ 1517’de Cidde’ye asker çıkarmaya çalıştılar ama püskürtüldüler... Bütün bu gelişmeler, Hindistan’a uzanan ticaret yollarının önemli bir bölümünün artık Osmanlı hâkimiyeti altında olması demekti. Arabistan Yarımadası’ndaki Portekiz ilerlemesi böylelikle durduruldu, Hindistan’dan Avrupa’ya yapılan mal akışı o tarihten itibaren Türkiye üzerinden sürdürülür oldu ve Alfonso d’Albuquerque’in korkunç planı da bir hayal olarak kaldı...”
 

Murat Bardakçı - Habertürk



 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder